24 Nisan 2015 Cuma

Bunlari biliyor muydunuz?

Bugun 24 Nisan 2015. Malumunuz sahsim icin muhim bir gun. Irkimin soyunun kirilmaya basladigi gun. 

Inatla inkar edenler, 'yok ben inanmiyorum' diyerek olaya soyut yaklasanlar (Allah degil cocuklar bu, inaniyorum inanmiyorum meselesi degil), 'ama ama siz de, siz de yaptiniz' diyerek elmayla armutu karsilastirma yoluna gidenler (go get your numbers right people), 'savas zamaniydi, cok kan akti' diyerek genellestirme sanatinin doruklarina cikanlar, 'Ruslar'la muttefiktiniz, Turk ordusu naapsaydi' diyerek Tekirdag'da yasayan Ermeni'nin dogu sinirindaki Ruslar'la muttefik olabilecegine kanaat getirenler ve daha neler ve neler...

Evet artik baris zamani.
Evet artik nefret soylemlerinin durma zamani.
Evet artik bu topraklarda huzurla yasayabilmeyi deneme zamani.

Ama...
Tek bir ozur. Yalnizca tek bir ozur.
'Evet atalarimiz sizin atalarinizi katlettiler ve Ermeni irkini bu cografyadan silmeye calistilar. Evet bu bir soykirimdir. Ve bizler bunun icin cok uzgunuz ve acinizi paylasiyoruz.'
Bu bize yeter ve gani gani de artar.

Bu noktada Diyaspora'ya seslenmek isterim:
Tabi ki ayni aciyi paylasiyoruz ve tabi ki goruyoruz ki sizler ana vataninizi zorla terketmek zorunda kalanlarsiniz. Geri donemeyenler, dunyanin oteki ucuna gidip herseye yeniden baslamak zorunda olanlarsiniz. Ve bunlar yenilip yutulacak seyler degil.
Ama gozunuzu seveyim,

1) Bizi, Turkiyeli Ermenileri kinamayi kesin. Biz topraklarini birakamayanlariz. Ve biliyoruz ki her ne kadar kilometrelerce uzakta ve nefret dolu olsaniz da, sizin de bir parcaniz hep bu topraklarda.

2) Uzaklarda kin kusmak ve her yerde ozgurce Ermeni kimligini tasimak kolay. Ama burada bir cocugu askerligini yaparken, sirf Ermeni diye olduruyorlar. Bir Ermeni gazeteciyi 'konusabildigi' icin sokak ortasinda katledebiliyorlar. Burada hala 'Ermeni dolu' bir kufur. Hala Ermeni olarak dogmak utanilmasi gereken bir sey... Burada hala 'Ben Ermeniyim' deyince karsiliginda 'Estafurullah abicim/ablacigim' karsiligini alabiliyorsunuz. Burasi oralara benzemez. Ve benzemedigi gibi, oralardan kustugunuz nefret sadece burada yasayan irkdaslarinizi yaralar.

...

Simdiii.. Hala inatla, israrla inkar eden sevgili guzel kardesim. Sana 3 adet hikayem var:

1) Benim babaannemler 3 kardesmis. Babaannem en buyukleriymis ve Tekirdag'da dogmus. 1915 yilinda. Ikinci kardesi Kudus'te dogmus. Ucuncu kardesi ise Istanbul'da. Simdi bir dusun bakayim. Bu insanlar tatile mi gitmisler sence? Bu insanlar Tekirdag'da eczacilik yaparken bir anda nasil olmus da Kudus'e gitme karari almislar? Ruslar'la tampon olan bolge sence Tekirdag olabilir mi? O halde butun Turkiye tampon bolgeydi ve aslinda savas Yunanistan'la Rusya arasinda mi geciyordu? Artik hesabini sen yap guzel kardesim. 

2) Yine babaannemden devam edecegim. Trendeler ve babaannem bebek. Yolculuk Kudus'e. Daha bir yasinda bile degil. Insanlar acliktan, bakimsizliktan, hastaliktan kiriliyor. O zamanlar olenleri arkada birakiyorlar; gomecek ve aglayacak ne halleri, ne de vakitleri var. Olen bebekleri ise tren duraklayinca trenden atiyorlar. Ne kadar dehset verici degil mi? Sen ana-babasin ve olen cocugunu atmak zorunda kaliyorsun cunku yerin yok, tasiyamazsin. Babaannem hic hareket etmiyormus. 'Cocuk oldu' demisler. Durunca tren atacaklarmis. O esnada komsu vagonlardan birinde manti gibi sulu bir yemek yapiliyormus. Kadinin teki bu pisen sulu yemege parmagini bandirip babaannemin dudaklarina surmus. Cocuk dilini cikarip dudaklarini yalamis. Anlamislar ki bebek olu degil. Babaannem trenden atilmaktan kil payi donmus. Ve biz de varligimizi, tuhaf da olsa bir nevi mantiya borcluyuz. 
Bu hikayeyi bir kafanda evir cevir bakayim. Burada bir hata var mi yok mu bir dusun.

3) Annemin babaannesi Hicri takvim zamani dogmus. Ama hep dermis ki bizi goturdukleri zaman 8 yasindaydim. Biz de buradan yola cikip 1907 dogumluymus diye varsayiyoruz. Cok varlikli bir aileymis. Bir gun jandarma cikagelmis ve 'Babam evin, is yerinin anahtarlarini jandarmaya verdi ve biz evden ciktik'. Bu kadar! Anahtarlar verildiii ve surgun basladi. Sam'a. Annemin babaannesi Arapca bilirdi biraz, o zamanlardan kalma.
Hikayesini ne zaman anlatsa cok heyecanlanirmis ondan anneannem 'tamam anne bosver anlatma' dermis. Benim yanimda hic anlatmadi ama annemler birkac kez sormuslar ve ne zaman anlatsa cok heyecanlandigi icin devam edememis. Bir dusun guzel kardesim: bir kadin ki gelmis 80-90 yasina ve hala hikayesini anlatirken heyecanlaniyor, konusamiyor. Kendisi 105 yasinda vefat etti ve bir kez olsun adam akilli oturup da hikayesini anlatamadi. Sen hesap et...

Iste boyleee...
Peki simdi soruyorum. 
Bu kadar yildir egri oturuyoruz, sence hic olmazsa biraz da dogru konusmayalim guzel kardesim?


16 Nisan 2015 Perşembe

Burada bir yanlislik yok mu sizce de?

Son zamanlarda yine ulke pek bir fevkalade, pek bir kendinden gecmiscesine hallerde.

Gecenlerde bir aile yemegimiz oldu. Akrabalarimizdan biri sunu dedi: Bir ulkede eger sanattan cok politika konusuluyorsa, o ulke 3. dunya ulkesidir. Bu lafi bir yerde mi ne okumus. Ne kadar guzel ve ozetleyici degil mi?

Yazmayayim, yazmayayim diyorum ama…
Abi bu ulkede yasayip baska herhangi bir sey konusmak mumkun degil.

Ben Amerika'da okudum. Facebook'umdaki arkadaslarimin da bir kismi bu yuzden Amerikali. Ana sayfada gezinirken bircok bilgi tufanina tutuluyorum. Status updatelerinden tut, fotograf, video, haber linki paylasimlarina kadar neler neler… Benim ana sayfamdaki bilgiler ikiye ayriliyor: Turkiye'deki arkadaslarimin paylastiklari ve yabanci arkadaslarimin paylastiklari.

Yabanci arkadaslarimin paylastiklari ahanda soyle:

1) Tatile gittim yasasin iste bakin tatil fotograflarim...
2) Nisanlandim, evlendim, cocugum oluyor vb…
3) Soyle bir sergiye katiliyorum; bu tur muzikler dinliyorum; su kulturel haberler ilgimi cekti…

Turkiye'deki arkadaslarimin (ve benim de) paylastiklari(miz):

1) Bu ulkenin hali noolacak Allahim yarabbbiiiimmm!
2) Tayyip asagi, Tayyip yukari.
3) Parti propogandalari, yuhalamalari, ovmeleri.
4) Ermeni soykirimi, nukleer santral, kentsel donusum ve bir de hesap lutfen.

YAHU ARKADAS!
Ben yakin arkadaslarimla bulusup zevzek zevzek dedikodu yapmak istiyorum; ozel hayatlarimizi A'dan Z'ye degerlendirmek istiyorum; gidecegimiz oyunlari, filmleri, yeni baslayan sergileri, yakinda gelecek konserleri konusmak istiyorum.

Ama, her 'arkadaslar arasi fiskos vakti' olarak baslayan bulusma Turkiye icin uzulme ve hayiflanma saatine donusuyor. Kimle bulussam, ne konussam, eninde sonunda 'hay basliyim boyle ulkeye de, tepemizdekilere de…' eziyetine donusuyor. Hazin son kacinilmazsa, biz de zevk almaya calisip sigara ustune bir sigara daha yakip cene caliyoruz. Neye yariyor? Benim simdiye kadar ettigim muhabbetler bir boka yarasa, simdiye ulkeyi kurtarmis, halay cekerek takiliyorduk.

Son son bugun pound 4 TL oldu, ebesinin orekesi diye sok gecirdim. Bir grup iphone sarj cihazi tarafindan yonetilsek ekonomimiz daha iyi olurdu yemin ederim.

Ac parantez. Bugun statusume 'Pound 4 TL oldugu icin Londra'ya gidiyorum. Cunku zengin olmak bunu gerektirir' yazdim. Bunun sarkastik oldugunu, igneleme sanatinin bir nevi ornegi oldugunu anlayamayan IQ yoksunu arkadaslar varsa aciklamak isterim. Zengin olmakla ovunmuyorum cunku kro asla degilim. Ekonomiye bir YUUUUH gondermekti amacim. Kapa parantez.

Neyse.

Yukari tukursen biyik, asagi tukursen sakal bir ulkede ayagimizi olmayan yorganlarimiza gore uzatmaya calisiyoruz ama nafile. Lagim cukuru gibiyiz anasini satiyim.

Her yerde insaat var. Yakinda biz icindeyken gaza gelip bizim evi de yikmaya kalkacaklar diye cok korkuyorum.
Zirt pirt elektrik kesintisi olacak diye anxiety seviyesi top yapmis bir ulkede yasamaktan cok usaniyorum.
AK'la baslayan cesit cesit ev, site, alisveris merkezi ve saray (ARE YOU FUCKING SERIOUS?) olmasi icime icime ogurme istegi uyandiriyor.
Kadin rahmine bile karisan bir devletin festivallerde gosterilen filmlere karismasini garipseyen halkimiza 'kameraya bak ve el salla' demek istiyorum.
Nukleer santral yapmakla ovunen bir homosapiensin varligi beni Mars'a tasinip 'selam uzayli' demeye tesvik ediyor.
Cicekleri agac sanip her gordugu yesillige cimen ve lalelerden olusan motifler yapan devletimize yan masadan yanar donerli meyve tabagi gondermemek icin kendimi zor tutuyorum.

AYIP ULAN AYIP!

Jeopolitik konumu bu kadar harikulade, cennetlerden de cennet bir ulkede yasayan insanlarin bu kadar vizyonsuz, cahil, bencil, dusuncesiz, kaba-saba, irkci, kindar, ataerkil, nefretle beslenen bir hiyar toplulugu olmasindan nefret ediyorum. Nefret etme kelimesinin bu insanlara karsi hissettiklerim karsisinda anlamini yitirmesinden de urkuyorum.

Hadi simdi hep beraber yatalim ve sabaha Danimarka'da uyanalim, amiiiin!

1 Şubat 2015 Pazar

Sansür çılgınlığı

Ey halk.
Kaçımız alkol alıyoruz? Kaçımız sigara içiyoruz?
Birçoğumuz.

Kaçımız bir sigaranın neye benzediğini biliyoruz?
Hepimiz.

Peki ya kaçımız ona bir şarap kadehi veya bir bira bardağı gösterilse o objenin ne olduğunu tanımlayabilir?
Veya bir viski kadehi? Veya kaçımız bir kulüpte veya barda içinde pipet olan şeyin muhtemelen Ice Tea değil de alkol olduğunu bilebilir?
Hepimiz!

Tanrım cidden bunları bilmeyen var mı? Yani kafatası içinde beyin yerine bir ayvaya sahip olan var mı gerçekten?

Şimdi başka bir şey sorayım.
Kaçımız üstüne çiçek vektörü iliştirilmiş şeyin bir sigara olduğunu tabi ki anlıyor ve üstünde çiçek var diye daha çok bakıyor?
Tabi ki hepimiz.
Çünkü çok saçma. Animasyon olmayan bir dizi veya filmde anlamsızca bir çiçek görseli adamın elinin üstünde duruyor. Sanırsın ülkedeki bütün yayınları Disney satın aldı, herkes de Pamuk Prenses'i oynuyor. Bir de çiçekten duman çıkıyor… Allahım ne saçmalıklarla uğraşıyoruz!

Şimdi de buzlu cam efekti koyar oldular.
Yahu oyuncunun yüzünü göremez olduk. Adeta gazetelerdeki "Anasına saldıran köpeği oklavayla döverek öldüren Ş.B."nin hikayesini izliyoruz. Sigara içen veya alkol tüketen oyuncunun yüzü dana kadar buğulu sansürün arkasında yok oluyor. Oldu olacak o sahnelerde oyuncuyu hiç kullanmasınlar. Sokaktan geçen herhangi birini de koysan olur yani, nasıl olsa oyunculuğa dair bir şey göremiyoruz sansürden.

Diyecekler ki, "E onlar da içmeyiversin!" Olmaz öyle güzel devlet baba. Bu dizilerde filmlerde her şey realist olsun diye onlarca para akıtılıyor. Adam Boğaz'a karşı sevgilisiyle yemek yerken vişne suyu mu içsin? "E su içsin o zaman" diyeceksin şimdi de. Memleketin 4'te 3'ü ödemden balon gibi geziyor; insanların su anlayışı "Ben günde 18 bardak çay içiyorum, onun da içinde su var işte"den öteye geçmezken, ekranda paso su içen insanlar realizmin içine etmez mi? Eder bacım, eder gülüm.

Bunu niye yapıyorlar? Bu izlediklerimiz bizi sigaraya veya alkole teşvik etmesin diye.
Çok merak ediyorum acaba bununla ilgili adam gibi bir araştırma var mı? Bu sansürler işe yarıyor mu bari? Yani millet sigaranın üstünde çiçeği görünce, "Oh be valla çok iyi oldu bu böyle, artık canım hiç sigara içmek istemiyor" mu diyor? Böyle bir gerizekalılık olabilir mi?

Diyelim küçükleri kötülükten korumak için yapılıyor bu dangalak iş. Peki o halde bunu gören çocuk, "Anne amcanın ağzında niye çiçek var?" veya "Anne çiçek niye tütüyor?" demez mi? Annesi, babası ne diyecek? "Yavrum amca orada kötü bir şey yapıyor, onu görmeyelim diye kapatmışlar" mı diyecek? Bu muhabbeti nerelere çekerim valla %50'mi çok zor tutuyorum. Ulan yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal bir ülkede yaşıyoruz; biz hala TV ekranındaki sigaraya takıyoruz. Teyallahım… 'İmdat' kelimesi anlamını yitiriyor bu ülkede.

Yahu güzel kardeşim, zeki olduğuna inanmak istediğim kardeşim.
Niye? İşin gücün niye yok senin? Niye böylesin(iz)?
Biz milletçe gece gündüz sizin yüzünüzü görüyoruz gazetelerde. Sizin abuk subuk haberlerinizi okuyoruz. Etkilendik mi? Bir anda herkes hırsız, herkes katil mi oldu?
Olmadı. Demek ki neymiş? Medyada gördüğünden etkilenip aynısını yapmıyormuş genel ahali.
Noolur gidin kavun karpuz satın, bizi ve IQ seviyelerimizi de rahat bırakın.

Hayırlı zaplamalar gençler!


28 Ocak 2015 Çarşamba

Üşümemek ne zaman COOL oldu?

Beni tanıyanlar bilir: ben çok ama ÇOK üşürüm. Olayım bu yani.
Ellerim ve ayaklarım sürekli olarak soğuktur ve ben buna alışmış olsam da, insanlar için bu zaman zaman garip bir süpriz haline geliyor. (Hayır, elaleme elimi ayağımı tutturmuyorum.) Diğer insanları geçtim, annem bile hala "Aaa elin çok soğuk, üşüyor musun?" diyor. Yahu ana, beni sen doğurdun. Yuh artık ya!

Anlayacağınız içimdeki termostat bozuk. Ya çok üşüyorum ya da çok ısınıyorum. Arası asla yok… Bu çok can sıkıcı bi hale geliyor. Ben de diğer normal insanlar gibi ortalama derecede üşüyüp ısınmak istiyorum.
Mesela kışın sokakta yürürken ÖLEECEEEEMMMM, PARMAKLARIM DÜŞEEECEEEKKK falan diye bağırmak istemiyorum. Veya yazları oturduğum yerde I'M MELTIIINNNNGGGG diye çığlıklar atmak istemiyorum. Hissettiklerim çok ciddi anlamda bunlar oluyor. Biliyorum herkes arada sırada böyle hissediyor. Ama ben sürekli olarak böyle hissediyorum. SÜREKLİ.
Sanırım mutlu olduğum tek bir derece var: 27. 28, no. 26, yine no.

Evet, üşüme ve ısınma problemimden oldukça bahsettim size.
Ayrıca, eski yazılarımdan KBB (Kahrolsun Böyle Bademcikler)'de de (http://hindistandasanatapiyorlarmis.blogspot.com.tr/2013/04/kbb-kahrolsun-boyle-bademcikler.html) belirttiğim gibi çok hassas bademciklerim var. Yani ışık hızında hasta olabiliyorum.

Havaların oldukça soğuk olduğu bu günlerde, benim gibi çok üşeyen şahısların az sonra bir rokete binip uzaya fırlatılacakmış gibi giyindiğini görüyorsunuzdur. Aslında sadece benim gibiler değil, genel olarak homosapiens olarak adlandırdığımız tür böyle dolaşıyor. Niye? Çünkü hava bok gibi soğuk da ondan. Mantıklı yapılabilecek tek şey kalın kalın bolca şey giyinmek.
Şimdi bütün insanlar böyle gezerken, arada kendini aşırı havalı zanneden birtakım zibidiler var. Kar yağdığı günler deri ceketle sokağa çıkanlar, lodoslu 2 derecelik havada hırkayla köpek gezdirenler, hava eksi derecelere indiğinde paltosunun önü açık gezenler veya göbeği açıkta bırakan bir üstle sokaklarda salınanlar…
Amerikalılar'ın bir lafı vardır, bildin mi? FUCK YOU! İnsan olun lan biraz, insan!

Bu konuya ilk ciddi ciddi Amerika'dayken takmıştım kafayı. Ben Providence'ta okudum. Kendileri Boston'ın biraz daha güneyinde kalan bir şehir. Jeopolitik konum olarak da 'soğuktan bokunuz donacak' bölgesine giriyor. Orada kışın (yani Ekim'de başlayıp Nisan'da biten kendini bilmez mevsim), -20'lere falan iniyordu hava. O kadar ki, ben bile Christmas tatilinde İstanbul'a geldiğimde "Öff burası ne sıcak be" falan gibi havalı laflar sarfetmiştim.
Kışın ben "tesettür ne kadar da mantıklı bir şey ya" falan gibi düşüncelerle savrulurken, 'Friday is Party Daaay' mottosuyla kafayı bozmuş üniversiteli kızlar cıbıl cıbıl bacaklar, mini elbise ve deri ceketle sokaklara atıyorlardı kendilerini.
Nasıl kardeşim nasıl? Ateistler ve bilim adamları bir araya gelseler bile çözemezler bunu.
Yani vücut ısını yükseltmek için kaç galon alkol tüketmiş olabilirsin ki? Bir de o paçozlar sikko ucuz Amerikan biralarından başka şey çok nadir içerlerdi. Ondan aldığın alkol bırak seni çetin kış soğuğundan korumayı, lavaboda akan soğuk sudan bile korumaz.
Velhasıl, bu konuya o zamandan beri takığım.

Evet kıskanıyor da olabilirim.
Ama kar yağdığı esnada çorapsız sokaklara çıkan kadınlar, hassiktirin affedersiniz. O ne ya? Siz sistit manyağı mısınız? Evde battaniye eşliğinde yumuk yumuk olmuş bir vaziyette bile sizin o halinizi görsem içim ürperir. Bu ne kendini bilmezlik ulan? Gerçekten içerliyorum. Ben vücut ısımı korumak için elimden geleni ardıma koymazken, kat kat giyinmede dünya rekorları kırarken, birkaç akıl sağlığı bozuk şahıs GİYİNMEMEYİ tercih ediyor! How dare you?!

Hadi erkeklerin şöyle bir excuse'u oluyor: derimiz kadınlarınkinden daha kalın. Erkekler üşümez! Veya daha da maçosu, erkek ADAM üşümez! Peki erkek adamın üstünde kürkten bir katman mı vardır? Veya erkek adam o halde hiç ama hiç hasta olmaz mıdır? Belki de erkek adam götünden element uydurmaktadır? Yahu kardeşim tamam sen daha SICAKkanlı olabilirsin ama -5 derecede hırkayla gezmeye mantıklı bir açıklama sunamazsın. İstersen alnında TESTORTERON yazan bir LED ekran yanıp sönsün, yine de bunu yapamazsın!

Bazıları da moda için yapıyor bunu. Hatta bence çoğu bu yüzden yapıyor… Dergilerde veya ünlü markaların katalog çekimlerinde gördüğü tarzları kendi yaşamına yansıtmaya çalışan mallar bunlar. Well here's the news darlingos: hayat bir moda sahnesi değil. Hayat bazen yanından geçen arabanın üstüne su sıçratma ihtimali, "oğlum burnumu hissetmiyorum lan!" feryadı, veya bazı bazı da rüzgardan ağzınla burnunun yer değiştirmesi… Hayat üşümemeyi cool sanmak değil! Nasıl ki insanlara "Wow senin de mi kürek kemiğin var? Çok cool!" demiyorsak, üşümeyen insana da "Vayy be bu ne hava, bu ne sükse!" demiyoruz.

Giyinin çocuklar.
Zibidi gibi gezinmeyin kışın ortasında. Mevsimleri artık benimseyin ve dolaplarınızda kış mevsimine de yer verin.
Soğuktan kızarmış burunlarınızdan öperim.


19 Ocak 2015 Pazartesi

Hrant

Ben Hrant'ın öldürüldüğü günü çok net hatırlıyorum.
O günün tümünü değil ama, o haberi aldığım anı.
Nişantaşı'ndaydım. Portfolyomu hazırlamak için gittiğim Deniz Abla ve Dara Abi (nur içinde yat)'nin atölyesindeydim. Çok sevdiğim bir arkadaşım aradı (Seren).

"Hrant'ı vurmuşlar!"

Bazen böyle bloke olur ve duyamazsın ya. "Ne?" deyiverirsin sadece.

"Ne?"
"Hrant'ı vurmuşlar. Agos'un önünde. Hrant Dink'i vurmuşlar."

O esnada herkes şen şakrak geyik yapmakla meşguldü atölyenin içinde. Etrafta kağıtlarımız ve boyalarımız vardı. Bir kısmımız sigara odasındaydı. Bir kısmımız sohbet ediyordu. Dara Abi belki birilerinin çizimine yardım ediyordu. Deniz Abla da birkaç kişiyle portfolyosu ve başvuracağı okullar hakkında konuşuyordu.

Oturdum. Bir sandalyeye çöktüm daha doğrusu.

"Ne?!"

Birkaç kişi başıma toplandı. Bağırmıştım sanırım, tam hatırlamıyorum.

"Nasıl ya, nasıl vurulmuş?"

Sonrasını hatırlamıyorum. Sonrası çok garipti. Annem aradı, anneannem aradı. Eve nasıl döneceğimi konuştuk. Anneannem çok panikti. Ona evden çıkmamasını söyledim. Böyle bir soru işaretine dönüşür ya bazen bütün benliğin... Tam olarak öyleydim.

...

Bugün 8. yıl. 8 koskoca yıl oldu. Hak ve hukuk nerede, hala bilinmiyor.
Bilinmiyor mu? Gerçekten artık sıkılmadık mı? Çok manasız değil mi hala bütün bunlar?
Bir sürü insan yürüdü bugün Agos'a. Bir sürü insanın yürüdüğünü bilmek için gazeteleri okumamıza gerek yok, biliyoruz yürüyeceklerini.

"19 Ocak'ta ne olmuştu?"

Ha Ahparig, ne olmuştu?

Ah be Ahparig, seni arkandan vurmuşlardı 19 Ocak'ta.
Biz de hala ölünün arkasından yürüyoruz. Yürüyoruz yürümesine de, her seferinde ayağımız senin ölü yatan bedenine takılıyor. Bir türlü kalkmadın sen o kaldırımdan. Bir türlü kaldıramadılar seni oradan.
Daha da kaldıramayacaklar, belli...

Ama durun.
Neler oldu biliyor musunuz?
Ahparig, sen neyi başardın biliyor musun?

Konuşuyoruz artık. Hiç olmazsa konuşuyoruz.
Ne kadar üzücü değil mi? Koskoca yüz yıl geçmiş ve bizim gelebildiğimiz nokta bu: artık evlerde fısıldayarak değil de, sokakta bağırarak konuşuyoruz.
Ama bu konuşma çok sıkmadı mı hepimizi? Konuş konuş nereye kadar? Uzlaşma olmayacak mı? Biz böyle daha sittin sene konuşacak mıyız?

Bence öyle.
Çünkü mantalite aynı. Ne kadar insan yürürse yürüsün, o mantalite hala aynı.

Barışçıl değil asla. Suçlayıcı.
Anlayışlı değil. Reddedici. Aşağılayıcı.
Eğitimli değil. Cahil, korkak ve yine, suçlayıcı.

"Ben inanmıyorum." Bunu kaç kişiden duydum kim bilir.
Bu Allah değil ki inanmayasın. Yaşanmış geçmiş, kanıtlarıyla var olan ve yine o kanıtların yok edilmesiyle karartılan geçmiş soyut bir kavram değil ki.
"Olmamıştır."
Peki. Delili olan şey nasıl olmamıştır? Benim ailem dahil, birçok tanıdığım Ermeni ailenin bire bir tanık olduğu şey nasıl olmamıştır?

Tekrar 19 Ocak'a dönelim.
Bir adam öldü. Bir adam öldürüldü.
Hikayeyi açalım.
Bir Ermeni asıllı Türk adam öldürüldü.
Bildiklerini söylemekten çekinmeyen bir Ermeni asıllı Türk vatandaşı öldürüldü.
Bir gazeteci öldürüldü.

E nooldu?
Hiçbir şey. Ve ona paralel olarak da çok şey.
Katil bulundu, adı manşet manşet yazdı. Yakalanmadı. Suçlular tek tek sayıldı, devlet kafasını öte yana çevirdi, bakmadı, görmek istemedi. Daha da kötüsü, baktı ve hiçbir şey yapmadı.

Bir yandan da çok şey oldu. Konuşuldu. İnsanlar konuşmaya başladı.
"Biz de burdayız. Biz de varız ve biz de sizinleyiz" denildi.
"Yalnız değilsiniz" denildi. Özür dilendi.
O özür, evet belki çok küçük bir topluluktan yükselen cılız bir ses gibi kaldı, ama Ermeniler için bin çığlığa bedel oldu.

Yeter mi? Hayır.
Hrant'ın kanı hala yerde mi? Evet.

Sıkılmadınız mı?
Gerçekten hala sıkılmadınız mı?