27 Mart 2013 Çarşamba

Hello Kitty nedendir?


Hello! Kitty!
Hayatımda birçok şeye karşı nefret besledim. Evet, çok ekstrem bulabilirsiniz ama çok kolayca nefret edebilirim birçok şeyden. Yeter ki gerekli kriterleri barındırsın o şeyler. Bunlardan biri de Hello Kitty oldu. İlk gördüğüm andan itibaren yüzde yüz nefret ettiğim bir gereksizlik abidesi bu ağzı olmayan saçma sapan kedi.

Niye mi?
1) Ağzı yok
2) Pembe
3) Üstünde HEM kalp HEM fiyonk var
4) Hello Kitty'yi her gördüğümde, kafamda arka fon müziği olarak annelerin veya teyzelerin bir bebekle oynarken çıkardıkları abuk subuk sesler çalmaya başlıyor.

Bana bu 4 sebep yetiyor da artıyor.
Öncelikle, ağzı olmamasını çok saçma buluyorum. Ağzı yok ama gülümsüyor algısı uyandırıyor. Niye böyle bir manipülasyon var ki? Niye direk ağzı yok?

Herşey pembe!!!! Pembe bulutlar kusasım geliyor Hello Kitty'yi her gördüğümde. Pembe çok sevmem. Gerektiği yerde kullanılırsa hoşuma gidebilir belki. Ama herşeyin pembe olması demek, benim göz zevkime sadistçe tecavüz ediliyor demek. Bu konuda bana karşı çıkanlara da cevabım hazır: I HAVE AN ART DEGREE BITCHEZ! YOU CAN GO FUCK YOURSELVES!

Fazla girly girly şeylere karşı her zaman bir antipatim olmuştur. Bana beyinsizliği simgeliyorlarmış gibi geliyor. Sanki kadın olmak beyinsiz olmakla eşitmiş gibi gösteriliyor fazla girly şeylerde. Ve bu beni rahatsız ediyor, feminist damarım kabarıyor.

Her türlü pembe, fluffy, fiyonklu, kalpli, ıncık cıncık, abucubu bubu şeylere karşıyım. Sevmem, seveni de sevmem. Herşeyin kullanımı için belirli alanlar olmalı ve kalp ile fiyonk da katı alan sınırlamaları içinde olmalı. Mesela ikisi yanyana ASLA VE ASLA OLMAMALI!

Bir de bunun bir shop & cafe'si açıldı. Hani herşeyi geçtim, böyle bir şeyin varlığını bile geçtim, BU NE ANAM BABAM? Niye bir Spiderman, bir Superman, bir Batman, bir Simpsons cafesi yokken bir HELLO KITTY cafesi var? Onu gördüğümde o kadar moralim bozuldu ki, içinde oturan ve (umarım) gerzek sevgilisinin alışveriş yapmasını bekleyen zavallı erkeklere bile yeterince üzülemedim.

Böyle şeyler yapmayalım. Seven var, (bol bol) sevmeyen var...
Hayatta iki şeyi yapmamak lazım: zorla pırasa yedirmek, hello kitty'ye maruz bırakmak.



26 Mart 2013 Salı

Gözlem: Televizyonla Konuşanlar


Televizyonla konuşmak, dizilerdeki karakterlerle diyalog kurmaya çabalamak, spikerlere laf atmak, sporculara taktik vermek gibi bir sürü problematik davranış biçimi her evin olmazsa olmazı oldu artık.

Mesela;

Maç izleyen babanın futbolculara küfrederek taktik vermesi. Futbolcu onun dediğini yapmazsa(!), futbolcuya atarlanma. 'Lan puşt sana dedik oraya değil diye! İyi bok yedin!' vs. demece.

Heyecanla dizi izleyen teyzenin iyi karakteri başına gelecekler konusunda uyarması. 'Ayyy sakın kızım sakın onu alma! Ayyy bak aldı! Pü! Pislik o kadın pislik!' falan demece.

Bilgi yarışmalarında soruyu yarışmacıdan önce cevaplamaya çalışmaca. Soruyu bilemeyen yarışmacıya hava atmaca, onu kınamaca. 'Ulan bunu bebek bile bilir be... Hiç bir bok bilmiyor bunlar. Ben katılsam bak şimdi 5.000 almıştım' diye iddialarda bulunmaca.

Falanlar, filanlar...

Bu nasıl bir kafadır ya? Bildiğin televizyonla konuşuyor herkeŞler. Ne biçim bir davranış bozukluğudur bu? Ha bir de bizim millet sıcakkanlılığıyla falan övünür. Lan bu kadar arkadaş canlısı bir toplumsak, niye gidip arkadaşlarımızla konuşmuyoruz da elektronik eşyalarla diyaloğa geçiyor ve bunu hiç garipsemiyoruz? Acayip anormal değil mi sizce de?

Televizyon sizi duymuyor efendim, boşuna debelenmeyin! Tez zamanda o televizyonun başından kalkıp başka bir aktivite bulun! Yoksa böyle böyle iyice kafayı sıyıracaksınız...


25 Mart 2013 Pazartesi

Take This Waltz - Watch This Movie


Take This Waltz geçen sene izlediğim en iyi filmlerden biriydi. Hatta şimdiye dek izlediğim en iyi filmlerden biriydi bile diyebilirim. Konu aşk. Tabi ki. Ama o kadar güzel ve gerçekçi ki, insan meditasyon yapmış kadar nötr bir hale geliyor filmi izledikten sonra. Yüzümde küçük bi gülümsemeyle ayrıldığımı hatırlıyorum salondan. Bir süre de koltuğumdan kalkamadığımı, sindirmek için herkesin salondan çıkmasını beklediğimi...

Oyunculuktan bahsetmeyeceğim; oyunculuk çok iyiydi. Aman filmin başarısı oyunculardan çok filmin yazarı ve yönetmeni Sarah Polley'e ait. Filmdeki geçişler, sinematografi, konunun özünün yalansız dolansız seyirciye sunulması vs, hepsi, hepsi şahaneydi. 'İşte aşk bu be! Gerçekten de böyle bir şey aşk' diye aklımdan geçirmiştim filmin sonunda. 

Aşık olma, ilişkinin başındaki heyecan, sonra o heyecanın yitmesi, belki başka birinden hoşlanma veya başka birine aşık olma / olduğunu sanma, ve her seferinde her ilişkinin aslında bir miladı olduğunu farketme...

Hepimiz farkındayız bu döngünün. Fakat hiçbirimiz 'Bir gün bu heriften / karıdan sıkılacağım. Bir gün heyecan kalmayacak. Bir gün bitecek' diyerek adım atmıyoruz ilişkiye. İnsanoğlu öylesine komik ki aslında. Mütemadiyen bir umut besliyoruz. 'Bu sefer olacak, bu seferki doğru insan' diyoruz. Bir öncekinin başaramadığını, bir sonrakinin mutlaka başaracağına katıksız inanıyoruz. 

Ve o aşk filmleri... 
Ve o happily ever afterlar.
Aslında sorun onlar. Küçükken bize anlatılan masalların baş kahramanları onlar. Çocuk aklımızla duyduklarımızı öyle bir benimsiyoruz ki, her daim happily ever after'ı arıyoruz, ona özeniyoruz. Halbuki yok öyle bir şey. Kusursuzluk yok ki! Öpünce yakışıklı prenslere dönüşen kurbağalar yok. Onu geçtim, kurbağa öpmek isteyen de yok. 

Peki ne var? Deneme ve yanılma yöntemi var. Birçok kez hayal kırıklığına uğramak var. Birçok kez düşüp düşüp tekrar kalkmak var. Ve belki ancak bu birçok kezlerin sonunda, en mükemmelini değil, ama sana en çok uyanını bulmak var. Çünkü hiçbir zaman Cindirella'nın ayağına uymaz o ayakkabı öyle pat diye. Çünkü gerçek hayatta o Cindirella'nın ayağında ya batık var, ya nasır var, ya da kemik var. O yüzdendir ki hiçbir hikaye happily ever after'la bitmez.  

Ve bu film bütün bunların özetiydi. O kadar yalındı ki. Sevmek, sevilmek, ilişkinin evreleri, herşey... Bütün yalınlığıyla çok güzel ve hepsinden önemlisi de GERÇEK bir filmdi. 

Herkesin beğeneceğine inandığım bir film Take This Waltz, çünkü insan olmayı anlatıyor ve gerçeğe en yakın olanı sunuyor.

21 Mart 2013 Perşembe

Yuruyen merdiven kullanim klavuzu

Yuruyen merdivenler cok sagolsunlar biz tembeller icin buyuk ayricalik. Cunku kicimizi koydugumuz yerden kaldirip baska bir yere koyuncaya kadar gecen zamani mumkun oldugunca hareket etmeden gecirmek icin caba sarfediyoruz.

Ama gelin gorun ki, bazen perondan 2 dakika icinde ayrilacak metroya yetismek istiyor bu tembel insanoglu. Cunku ise gec kalmis oluyor. Veya vapura yetismesi gerekiyor. Veya sadece durmaktan bikiyor. Netice itibariyle, o yuruyen merdivenden yuruyerek cikmak ya da inmek istiyor. Ne yazik ki, bizim halkimiza boyle teknolojik araclar fazla geliyor.

Hani siz inanilmaz bir panikle funikulere yetismeye calisirsiniz ya, ve hiyarin teki yuruyen merdivenin solunda kendine yakisan bir hiyarlikla durmus arkadasiyla sohbet eder... Iste o hiyarda malzemeden calinmistir. Protein mevcut degildir bu hiyarin bunyesinde. Oylece durur ve arkasinda olusan upuzun kuyruga aldirmadan sohbetine devam eder. Millet sabirsizlanir, dik dik bakar, bazen cesaretini toplayip 'nazikce' cekilmesini bile ister.

Bu tur hiyar blokesi durumlarinda bendeniz oyle kibarca duramam. Hemen cirkeflesirim. O dangalak oylece yolumu kesecek oyle mi? Ne munasebet efendim.

'Sol taraf ilerleyelim lutfen!'
'Solda bekleme yapmayalim!'
'Beyfendi/hanfendi saga cekilir misiniz lutfen?!'

Bunlar genelde haykirdigim klasik cumlelerdir. Bunlar da mi yetmedi? Bu sefer kalabaligi itistirerek bi sekilde o sahsiyetin yanina varir ve 'solda durulmamasi gerektigini bilmiyor musunuz? Yolu tikiyorsunuz! Yuruyen merdivende sagda durulur, solda yurunur! Cik cik cik...' diyerek ona gerekli dersi verir ve bir hisim yanindan ayrilirim.

Velhasil burdan cikarilacak ders, yuruyen merdivende solda durmamaktir. Duranlari da lutfen bir zahmet kinayarak uyarmaktir. Mumkunse onlari yerin dibine sokarak rencide etmektir ki bir daha boyle bir gaflette bulunmasinlar.

Iyi yurumeler efenimmm.

20 Mart 2013 Çarşamba

BARBIE KIZ OLMACA?


Barbie'ye benzemeye çalışmak diye bir furya geziniyor artık ortalıkta. Artık dediğim tabi bayadır var ama plastik cerrahinin anormal derecede ilerlemesiyle işin iyice boku çıktı.

Her kız aslında Barbie'ye özenir mantalitesi de işin cabası.
Şahsen ben küçükken oynadığım, elimin iki üç katı büyüklüğünde bir şeye hiç özenmedim. Kim niye oyuncağına özenir, onu kıskanır ki? O halde erkekler de oyuncak arabalarına özenip oralarına buralarına egzos borusu, jant falan taktırsınlar, değil mi?

Kilosundan memnun olmamak bir yere kadar anlaşılabilir bir şey belki. Ama beli ince olsun diye kaburgasını aldırmak, işte o herhangi bir beyin kıvrımıyla özdeşleşmiyor benim kafamda. O ne şimdi yani? Hatta ve hatta OHA ÇÜŞ yani. Canım kaburgamı niye aldırayım yahu? Bu burun estetiğine benzemez ki? Koskoca kaburga ulan bu! Hani bu iş için harcanan paraları, o paralarla Afrika'ya falan bağış yapılsa ne kadar hayırlı bir iş gerçekleşeceğini anlatmıyorum bile.

Örneğin, şu Ukraynalı model(!) Valeria Lukyanova var ya, düpedüz akıl ve ruh hastası olan... Mesela onun olayı nedir şu hayatta? Kadının bütün amacı Barbie'ye benzemek. Küçükken nasıl bir travma geçirdiyse artık... Oedipus mantığında gidersek, acaba babasını Barbielerini sikmeye çalışırken mi yakaladı ne oldu Allah bilir, ama kızcağızın kafa uçmuuuuş, gitmiş.

Bir de bunun erkeği var: Justin Jedlica. O da Ken'e benzesin diye her türlü operasyonu geçirmiş. Hadi Valeria küçükken Barbielerle oynadı ve kafayı yedi diyelim, Justin'e ne oluyor? O da mı Barbie ve Ken'le oynadı? Bu çocuğa niye kimse, evladım git araba maraba bul onlarla oyna demedi? Hadi diyelim gay ve ondan Barbie'yle oynadı. Sonra da Ken'e benzemeye çalıştı ve inanılmaz metroseksüel bir erkek haline geldi. Niye bu Justinciğimizi Valeria'yla buluşturmaya çalışıyorlar ki. Adam belli ki gay. Başka bir Ken bulmak icap etmez mi? Veya hadi diyelim Valeria ve Justin birbirlerini ilk gördükerinde 'oha süperiz hemen beraber olmalıyız!' dediler. Bu kadar plastik cerrahi sonucu bunlar öpüşemez bile kanımca.

Bu konu kafamı çok allak bullak ediyor. Ben bir dövme bile yaptırmak için yıllardır düşünüp dururken, millet çok normalmiş gibi orasını burasını şişiyor, KABURGASINI ALDIRIYOR, plastiğe dönüşüp kalıyor ufacık yaşta. Bir de bu insanları beğenen, bunlara hayran olanlar var... Bu kadar mı tatminsiziz yani? Kafayı bu kadar mı dış görüntüyle bozduk? Çok üzücü çoook...


19 Mart 2013 Salı

Kufretmek uzerine dusundum tasindim

Ben bircok kizin aksine oldukca kufurbazimdir. Bununla ozellikle gurur duymasam da, valla pisman misin diye sorsan, yoo, gayet keyifliyim bile diyebilecek kadar da seviyorum kufretmeyi.

Mesela asla soyle bir insan olmadim:
'Iyyy cocuk cok antipatikti, surekli kufrediyordu.'
'Aaa! Cok ayip! Ne bicim konusma o oyle?!'
'Bir kadinin agzina kufur hic yakismiyor vallahi...'
gibi gibi.

Bir kadinim, kufreden bir kadinim, kufretmeyeni sevmem, kufredemeyeni asla anlamadim, anlamam da... Kufretmek benim icin sevgimi ifade etmenin bir yolu bile olabilir bazi bazi.

'Ahahahahahahhah gerizekali!' derim mesela.
'Malozum benim (malim benim gibi)' de derim.
Ama zaten bunlar benim icin kufur degildir, artik kaliplasmis sevgi sozleridir.

Gecenlerde bir grup kiz arkadas sohbet ediyorduk ve konu kufretmeye geldi. Beni zaten arkadaslar bilirler, sadece kufretmekle kalmam, oldukca yaratici kufurler de icat ederim. Kendime has kufurlerim vardir. Shakespeare gibiyim mazallah! Mucit gibiyim masallah!

Masada oturan pek bir kibar arkadas dedi ki,
'Ben hic kufredemem... Bak valla cok kizarim, suratim kipkirmizi olur ama agzimdan yalnizca 'salak' lafi cikar. hihihihihi'

Icimden bir allah belani versin o zaman dedikten sonra, eheheh ne sekersin hohoho falan diyerekten gecistirmeye calistim. Masadakiler de daha cok benim gibi insanlar olduklarindan kizin bu pek fevkalade maharetinden etkilenmediler ve bon bon baktilar. Ama kiz kendinden cok memnundu.

Niye? Cunku o bir kiz ve 'kizlar kufretmez'... Bu 'kizlar osurmaz' rivayeti gibi bir sey acikcasi.
Inanilmaz sinirlenip maksimum 'Gerizekali!' diye bagirmak mi kiz yapiyor bizi? Benim bir cukum yok diye 'Siktir git lan pust!' diye bagiramiyor muyum? Veya diyelim ayagimi sandalyeye vurdum. 'Ayy cok acidi...=(((' falan mi demem lazim? Bunun yerine 'Anani sikiyim!' diye bagirsam bir anda nurtopu gibi bir penisim mi olacak?

Asla!
Kufretmek belki yersiz oldugu zamanlarda bayagi kacabilir. Ama asla bir kenara firlatilacak pacavra bir eylem olmamalidir.

Ozenle kufrediniz efenim.


18 Mart 2013 Pazartesi

The Paperboy, The Nicole Kidman


The Paperboy'u geçtiğimiz !f istanbul bünyesinde izledim. İNANILMAZDI!

Film o kadar geriyor ki insanı, çıkınca odun gibi yürüyorsunuz bi süre. Kelimenin tek anlamıyla beyninizi sikip atıyor. Ama o performanslar... Herkes, neredeyse Zach Efron bile çok iyiydi.

Zach Efron High School Musical tarzı eziklik ve ötesi dizilerde oynadıktan sonra kendini geliştirmeye karar vermiş. Gerçekten bir erkek olmaya başlamış. Biraz daha ıkınırsa oldu olacak. Genel olarak fena değildi, hatta ve hatta filmin sonunda 'OHA EVET İŞTE BU ADAMIM!' bile dedirtti. Filmin sonunda gerektiği gibi dehşete kapıldı, üzüldü, bağırdı vs. Efroncuğumuz.

NICOLE KIDMAN! Kadın durup durup seyircinin aklını alıyor. 'Bir Kidman kolay yetişmiyor' dedirtecek performansıyla yine her zamanki gibi ağzım apaçık onu izledim. Kadın bu kadar estetiğe rağmen inanılmaz. Rolünü öyle bir benimsiyor ki, onun her sahnesinde ayağa kalkıp alkışlayasım geldi. Hele bir hapishane ziyareti sahnesi var ki, JESUS CHRIST SUPERSTAR dedirtti.

John Cusack, tabi ki çok iyiydi o adamın olayı apayrı zaten, o da Nicolecüğüm gibi her daim şahane her daim fazla fazla. Ama onun sahnelerinde genelde inanılmaz çok gerildiğim ve korktuğum için performansından çok olayın dehşetine odaklanmıştım. Yine de Cusack bir efsane miydi? Yes of course.

Matthew McConaughey 'bir Nicole değil' tabi ki ama son birkaç yılda sadece kaslarını gösteren sarışın bir romantik komedi adamı olmadığını kanıtladı. Beni yerden yere vuran bir sahnesi vardı ki her baba yiğidin harcı değildir öyle bir sahneyi çekebilmek. Velhasıl, kendisini kaslarını göstermediğini zamanlarda daha çok beğendiğimi söyleyebilirim. Keep up the good work muscleman.

Neticede, The Paperboy, gerilim türünü sevenler için muhteşem süper über bir adet film! Oyunculuk aşmış, almış başını gitmiş, kadro 10 numero, herkeşler şahane! Alın bulun izleyin.

14 Mart 2013 Perşembe

PAPAcim

Papa olmayı istemek ne kadar garip bir kafadır değil mi?

Çocuklara sorarlar ya, 'Ne olacan büyüyünce?' diye. Biri der 'doktor', öteki 'pilot', beriki 'öğretmen'... Benim cevabım da 'ressam'dı. Ki küçüklük hayalimden çok uzaklaşmadım, grafik tasarımcı oldum. Yani gidip de kasap olmadım mesela. Ve çocukların hayalleri çok önemlidir, onları şekillendirir diye düşünürüm hep.

Ama hangi çocuk çıkıp da, velet haliyle, 'papa' diye cevap verir ki bu soruya. Hiçbir çocuk!
Ha eğer böyle cevap veren bir çocuk varsa, onu hemen en yakın camii, kilise, sinagog, artık ne varsa kısmetinize, köşesine usulca bırakın ve koşar adım uzaklaşın. O çocukta malzemeden çalınmıştır, protein falan eksiktir.

Hayatımda herhangi biri yoksa hep dalga geçerim kendimce 'Ben rahibe olacağım, bıraktım artık bu işleri' diye. Ya harbiden rahibe olmak isteseydim? Bekaretini evlenmeden bozmamak belli bir mantalite tabi, ama hiç bozdurmayacak olmak nedir? Bozdurmak da neyse artık, para bozduruyoruz sanki...
Çıkıp diyorsun ki yani, ben paketi hiç açmadan direk iade edeceğim. Paket 'bayandan temiz' diyorsun yani. Paso kız görecem diyorsun yani. Belki lezbiyensin tabi o bakımdan paso kız görecem mantıklı olabilir. Ama o kızlara da dokunmuyorsun?

En kötüsü, 70 yaşına geleceksin ve hala 'kız' olacaksın, bir madame değil de mademoiselle kategorisinden çıkamayacaksın. Level atlayamayan Pokemon gibi kalacaksın... Çok üzücü değil mi?

Niye insanlar 'Kanseri tedavi etme yöntemini bulacağım', 'Küresel ısınmayı durdurmak için çabalayacağım' demez de 'PAPA OLACAĞIM!' der. Ha bir de erkekler için daha da zor. Hiç kullanılmıyor falan? Bence palavra tabi.. Öyle insan mı olurmuş? Rüya falan da mı görmüyor bu adamlar? Çok garip, çok başka...

Siz siz olun, adam gibi diplomalı meslek edinin. Öyle dinle minle çok haşır neşir olup kafaları kırmayın.



10 Mart 2013 Pazar

WC durumları

Kadinlar hep erkeklerin pisliginden yakinirlar ya,
'iyyy ellerini yikamiyor bunlar'
'odasini bok goturuyo'
'her taraf yemek ve bira, insan bi temizler'
gibi gibi....

Well, i think this is complete bullshit.

Kadinlarin public toilet kullanimlarina bir kadin olarak defalarca sahit oldugum icin, gonul rahatligiyla sunu diyebilirim ki, distan pasakli gorunen erkegi (yikanmayan, surekli ter kokan les erkeklerden bahsetmiyorum, onlar zaten oksijen sarfiyati), distan temiz gorunup icin icin pis ve pacoz olan kadina yeglerim.

Arkadasim, kac yasinda regl oldun, kac yasina gelmissin, hala bir ped adabin yok!?! NEDEN??
Makyajin, giyimin, otun bokun cok hos cok guzel ama tuvaletten cikinca elini yikamadan gittin?! Buyrun bir de buradan yakin...
Iserken, bir yandan dubstep dinlermiscesine sallaniyor musun? Niye her taraf cis?! Koskoca deligi nasil isabet ettiremezsin?! Hadi edemedin niye temizlemeden cikarsin? Ne tur bir hayvansin?
Daha yeni konulmus tuvalet kadigi rulosu nicin yerlerde? Iserken sikildin da onu yerlerde yuvarlamaya mi karar verdin?
Tuvalet kadigini cop kutusunun kapagini acmadan cop kutusuna firlatmak nedir? Cop kutusunun seninle telepati kurup, sen kagidi firlattigin anda agzini acacagini mi varsayiyorsun?

gibi gibi...

Anlasilacagi uzere, biz kadinlar, aslinda erkeklerden cok daha beteriz.
Ondandir ki, ne zaman kadinlar tuvaletinin onunde hayvani bir sira olsa, ben hemen erkeklere sivisirim, cunku bilirim ki, hayatta tuvalet kagidi kullanmayan erkekler oraya buraya kagit firlatmamis olacaklar (ve dolayisiyla mutlaka piril piril kocaman bir rulo ile karsilasicam) ve duzgun atilmamis bir ped vahsetiyle basbasa kalmayacagim.

Bundandir ki, erkekleri seviyorum. Ne yapalim pizzayi yiyip kutuyu cope atmiyorlarsa? En fazla olasi bi fare durumunda fareyi onlar oldururler.

4 Mart 2013 Pazartesi

Olağanüstü Gangster Squad!


Gangster Squad! Uzun bir süredir izlediğim en sürükleyici en etkileyici filmdi... Filmin güzel olacağını az çok kestiriyordum ve kötü de olsa, neyse Ryan'cığımı gördüm deyip avunacaktım. Ama gerçekten bombastik bir filmdi.
Öncelikle kadro, tabi ki, mükemmel! Sean Penn, Ryan Gosling, Josh Brolin, Emma Stone dörtlüsü zaten yeterince baba bir kadro olduğunu gösteriyor. Penn ve Brolin nispeten daha eski kuşaktır ve zaten kendilerini oldukça ispat etmiş aktörlerdir. Yine hayran bıraktılar, über süperdiler! Genç kuşağın bayrağını taşıyan Ryan Gosling ve Emma Stone da kusursuz bir performans sergilemişler.
Film boyunca gerim gerim gerilmekten ellerim terledi, koltukta bir ileri bir geri gitmekten kıçım düzleşti. Filmin sonuna kadar 'nasıl olacak?' 'nasıl başaracaklar?' 'başaracaklar mı?' diye sormaktan kendimi yedim bitirdim ve koskoca 2 saatin nasıl geçtiğini bile anlamadım.
mutlaka gidin izleyin!