14 Şubat 2014 Cuma

İş Hayatı Saçmalamaları

Ne kadar tanıdık bir konu değil mi bu?
Eminim herkes binlerce, milyonlarca kez bu konu hakkında atıp tutmuş, arkadaşlarıyla sohbet ederken en fantastik istifa mektuplarını tasarlamış, patronunu itin götüne sokup, sonra orayı da beğenmeyip, alıp daha da bombok yerlere monte etmiştir. Herkes bunu yapmıştır. Ben yapmadım diyen de şerefsizin önce gidenidir, pis bir yalancıdır, mümkünse evdeki ayakkabı kutuları tek tek aranmalıdır.

Şimdi gel gelelim bu isyanlara. Kesinlikle hepsi olmasa da %90'ı doğrudur bu saçmalamaların. Niye diye soracak olursanız, çünkü herkesin bir popisi vardır ve herkesi tek tek dinleyince sorunlarının onlara göre ne kadar büyük olduğunu farkedersiniz. Ben biraz etraflıca kendi isyanlarımdan, etraflıca kelimesini hunharca kullanarak bahsedeceğim.

İşte yaşadığı problemleri dışavurum şekli kişiden kişiye göre epey değişir. Uç bir örnek olan kendimden bahsedecek olursam, gıcık olduğum herkese ve herşeye karşı saniyesinde ateş püskürten biri olarak tahmin edersiniz ki işte de küfrün ve lanet okumanın haddi hesabı olmamaktadır. Bunlar kişisel şeyler değillerdir tabi ki.

Muhattabım olan ofis arkadaşlarımı aslında oldukça seven biriyim.
Şaka maka bi yana cidden çok seviyorum bu insanları. Gerçi şansıma şimdiye kadar nerede çalıştıysam bütün çalışma arkadaşlarımla enseye tokat göte parmak bir diyalog kurabildim ve kocaman bir sevgi yumağı oldum. Ama bu öfkeden gözüm dönmeyecek anlamına gelmez. İkisi apayrı şeyler. 'Yok efendim bu insan çok samimi arkadaşım olur, onun yaptığı bu hıyarlığa göz yumayım' diyemem. Niye mi? Çünkü sonunda işler götünde patlayan ben olurum ve götümde iş patlatana karşı sempati besleyemem.

'Arkadaşım burada hepimiz topun ucundayız bir tek sen değilsin ki' deniliyor sık sık.
Mesleğim gereği, ben bir grafik tasarımcıyım, halkanın en sonunda yer alan gruptayım. Bu grupta kimler var? Grafikerler, editörler, metin yazarları vs. Bunların genel kod adı nedir peki? İşi YAPANlar. Diğer kişiler ise işi YAPTIRANlar grubuna mensuplardır.

Süreç ahanda şöyle işler: binlerce toplantı yapılır, oradan buradan izin/onay alınır, her kafadan bir ses çıkar, en sonunda bir karara varılır.
Bu süreci küçümsemiyorum bu arada, yanlış anlaşılmasın lütfen. Burada verilen ego savaşlarıyla 3. Dünya Savaşı çıkar. 'Ben daha iyi bilirim; ben yıllardır şöyle çalıştım, böyle yerlere geldim; siktir git düşük maaşlı yeniyetme göt' tadında muameleler havalarda uçuşur.
Herkes yapılması planlanan işten ölümüne tiksindikten, komşu eczanenin pasiflora rezervi tükendikten ve 2-3 kişi bir daha konuşmamak üzere küstükten sonra, işi pazarlamak için bir strateji yapılır. İşin tanıtımı tabi ki kulaktan kulağa yapılmayacağından, yazı ve görsel yolunda ilerlemek gerekir. Yazıyı editör veya metin yazarı arkadaş yazar. O yazı tek başına sik gibi duramayacağından mütevellit, bendeniz grafiker arkadaş da onun bir düzlem üzerindeki yerleşimini ve boktan görünmemesi için estetiğini ayarlarım. Sonuç olarak çıkan iş, matbaayı saymazsak eğer, benden çıkar yani. Bu ne demek oluyor? O iş eğer bitmezse, 'grafiker arkadaşa verdik biz işi, en son ondaydı' olur. O da 'cicim bu çaktığım kazık sana aşırı yakıştı' demek olur.

Yani halkanın ucu denen şahsiyetim ben. Bana kadar gelen en son kişi bile sıra bana geldiğinde yaptıran pozisyonuna girer. Ama benim yaptıran pozisyonuna girmemin tek yolu stajyere veya asistanıma iş kakalamak olabilir, ki onlardan da yok elimizde.

Umarım derdimi azıcık da olsa anlatabildim...
Şimdi bütün bu hengamede işime hiç yaramayan ve benim sinir kat sayımı tavanı delip uzaya fırlayacak hale getiren belli başlı davranış biçimleri ve sözlere maruz kalmaktayım. Birkaçına değinmek isterim. Bu bahsedeceklerim çok küçük şeyler gibi gözükebilir. Ama no my friend. Bunlar üst üste binlerce kez olunca, benim en küçük olayda bile Hulk'a dönüşmem kaçınılmaz oluyor.

Vaka 1: 'acil' kelimesinin kullanımı
Ben aciliyet kavramını yaratanın da, bu kelimeyi adabıyla kullanamayacak bir milletin literatürüne sokanın da bütün sülalesini tek tek öpmek ve sevmek istiyorum.
ULAN! Araplardan bir tık daha az genişliğe sahip bir millet ne anlar ulan aciliyetten?!

Arkadaş herkesin her zaman işi acildir.
Acil olmayan iş ile acil olan iş orantısı ahanda şudur: 1'e 1000.
Buradaki sıkıntı ne? Benden bir adet var ve bana yardım eden kimse yok. Bana gün içinde acil diye paslanan iş sayısı 30-40-50. Buradaki para-çokomel hesabı aşırı tutarsız. Bir de 'kardeşim teker teker gelin, herkes acil diyor hangi birini yapayım?' dediğimde:
'Ama benimki CİDDEN acil' (en sikko savunma tezi, direk listenin sonuna atılmaca)
'Yok ben diğerleriyle konuşurum sen hemen bunu yap bu ÇOK ÇOK acil' (madem sen konuşabiliyorsun diğerleriyle ve seninki öne alınabiliyor, o zaman diğerleri aslında acil değil mi? öteki insanlar yalan mı söyledi bana? günahı senin boynuna kalır bak buna okey misin?)
'Bu çok kısa bir şey ve ÇOK acil noolur hemen yaparsın sen' (burada şair grafikerin aşırı hızlı oluşunu pohpohlama yöntemini kullanıyor ama yemezler)
gibi gibi cevaplar yağıyor. Şaka yapmıyorum, yarım saat boyunca masamın yanında 4 kişinin ekmek kuyruğu gibi beklediğini bilirim ben.
Madem acil, son dakikaya bırakmayasaydın. Madem senin elinde değil, sana da yeni söylendi, benden bir tane olduğunu ve benim elimde her daim başka acil işlerin de olduğunu kendine hatırlat ve bana panik atak yaşatma. Bunu bana yapma dostum.

Bir de en sevdiğim, Pazartesi sabahı ACİL manşetiyle email atılan işe, bir hafta sonra hala revizyon gelmesi. Yoksa benden habersiz acil kelimesinin sözlük anlamı mı değişti?


Vaka 2: email konseptini anlamama, hala masadaki en eski haberleşme aracı olan telefona sarılma
İnsanlar konuşmayı seviyor babam. Ha benden çok sevmesinler tabi, ama cidden herşeyi telefonda halletmek istiyorlar. Mesela,

Ben: Alo?
Arayan: Canım merhaba! Şu seninle geçen sene yaptığımız bilmem ne görselini bu sene öyle değil de böyle yapmaya karar verdik.
Ben: Kimle konuşuyorum?
Arayan: Ha ben falanca.
Ben: Merhaba. Hangi işten bahsediyoruz? Şu anda başka bir şey var da elimde.
Arayan: Ya hani geçen sene falanca eventi için yapmıştık. A5.
Ben: Hmm hatırlayamadım şimdi ama şu an bakamıyorum ona başka bir iş var elimde. (Tekrarlıyorum çünkü karşıdaki elimde bir şey var deyince elimde kahve falan var sanıyor galiba.)
Arayan: Haa. O zaman onu nasıl yapalım? Ben yanına geleyim beraber bakalım mı?

Burada iç sesim araya giriyor:
LANNNNNNN!!!!! O NE DEMEK LAN! Yepyeni bir iş veriyorsun ve bunu emaille güzel güzel anlatmak yerine telefonla mı söylüyorsun?! Sence ben bütün gün masamda oturup senin beni aramanı mı bekliyorum? Elimde iş var diyorum hala uzatıyorsun! Başka işle uğraşırken senin bahsettiğin işe nasıl bakayım bir anda? Ve bana alternatif olarak yanıma gelmeyi mi teklif ediyorsun? Ulan her iş veren benim yanıma gelse benim masam gece klubüne dönerdi! EMAIL NİYE ATMIYORSUN ULAN!? 

Ben: Yok sen bana email at en iyisi.
Arayan: Hmm ama gelip yanına açıklamam gerekecek.
Ben: Sen emaili at ben anlamazsam seni ararım. Veya anlamadığım yeri emaille sorarım. Şimdi konsantre olamıyorum elimdeki işle uğraştığım için. (round 3)
Arayan: Hmm peki o zaman ben şimdi yazayım sana.

Ve inanmazsınız, o email genellikle bu telefon görüşmesinden takribi 1-1,5 saat sonra bana geliyor. Çünkü people love goygoy. Hallelujah!


Vaka 3: iletişememe hastalığı
Şimdi arkadaşım, ben bir iş yapacağım zaman öncelikle departman arkadaşlarıma söylerim. Beraber çalışacağım insanı haberdar ederim. Sonra email atacağım zaman da sadece ilgili kişiye atmam öyle LÖNK diye. O ilgili kişinin departmanındaki ilgilileri de koyarım, direktörünü de koyarım. Niye? Çünkü söz hakkı sahibi olabilirler diye düşünürüm. Onların da bilmesi gerekir diye düşünürüm. Netice itibariyle burada evcilik oynamıyoruz. İş yapılırken gerekli kişileri de aydınlatmak lazım.

Ama benim başıma gelen ne? Yalnızca bana atılan emailler!
Ben eskiden mal mal cevap yazardım, işi tek başıma halletmeye çalışırdım. İş bitmeye yakın ekip arkadaşlarımdan birinin çıkıp bana 'hop bu ne benim kontrol etmem lazımdı bunu' demesiyle de hüsrana uğrardım; işi sil baştan yapardım.
Artık bu mallığı çok aza indirgedim ve hemen departmanımdan ilgili olanlari ve konuyla alakalı olabilecek birkaç kişiyi daha YÜCE RABBİMİN ÖZENE BEZENE YARATTIĞI CC'ye ekliyorum.

Şimdi ben şu anki işyerimde 1 buçuk yıldır çalışıyorum. Muhattabım kişiler ise yıllardır. İnsan tabi ister istemez düşünüyor, acaba buradaki racon bu mudur? Kaos yaratmak caiz midir hocam?
Sonra insan dönüp diyor ki, ulan ben de acilmiş, cc'ymiş, gelenmiş gidenmiş hepsine siktiri çekeyim, 6'da dertsiz tasasız mis gibi çıkayım evime gideyim. Ama sonra bakıyor ki yapısı buna müsait değil.
Acaba benim yetiştiğim ekolden ötürü mü ben böyleyim? Acaba ben de 'e canım bu kadar oluyor naapalım bu iş de böyle oldu' mu demeliyim? Acaba ben gereksiz panik yaparken diğerlerinin umrunda değil mi?

Sonra insan en son bir kez daha kendine bakıyor ve diyor ki, hadi lan ordan, ben mi kurtarıcam be bu işyerini...