20 Ocak 2014 Pazartesi

Türk diline uymayan ve fakat varolan kelimeler

Bu konunun içinde sakız markasından tut toplu taşıma aracına kadar herşey var. Hepsinin ortak noktası, bizim gariban milletimizin dilinin dönmeyeceği şekilde yapılandırılmış olmaları. Abuk subuk harfler yanyana, büyük ünlü uyumu hak getire, Türkçe olmayan ne varsa içinde... Ne ararsan var yani.
Madde madde, başlık başlık anlatacağım birkaçını;

1) Şarj, nam-ı diğer: şarZ
Aslında çok zor değil. Ahım şahım bir adı da yok, kendisi de bir boka benzemiyor. Amma velakin, gelin görün ki, kimse adını söyleyemiyor. Türklerin j harfini anlamıyor olmasını ben de tam olarak anlamıyorum ama j yerine z çok daha kolay geliyor heralde. Niyeyse. O şarJ aletini şimdiye kadar kimse benimseyemedi. Hep istediler ki o şarZ aleti olsun. Hep bir z takıntısı. Adım Zeynep falan olsa bu paragrafı oraya bağlardım ama değil. Ondan kesiyorum.

2) Espresso, nam-ı diğer: eKSpreso
Evet azıcık ucundan zorlayıcı bir kelime. Fazla s var. 'Abla buna yapacak bir şey yok' diyebilirsiniz. Var. Güzelim Türk kahvesi dururken o iğrenç, acı mı acı, fiyatı da boyutuyla acayip derecede ters orantılı şeyi içmeyiverin. Zaten söyleyemiyorsunuz.
Bir de çıkmış snob snob düzeltirler ya, 'Ekspreso değil o canım, eSSpreso'. O da değil be gerizekalı. ESSpreso ne lan? Sen yılan mısın? Ne o SSSSS uzatıyorsun? İtalyan sanki amk da çok biliyor. Tamam ben de anlamıyorum o eKspresodaki k harfi nereden çıkıvermiş ama olan olmuş bir kere. Zaten ona eKspreso diyen onu içmeyen kesim. Sen çok biliyorsan kendi eSSpresonu git evinde yap, elin garsonuyla da s, k dilemmasına girme.

3) Füniküler, nam-ı diğer: fİniküler, fünÜkİler, fünÜküler, fİnükiler
Allaahhhhhhhh en problematik olan. Ulan bu harbi niye var anlamıyorum. Niye ona inerçıkar gibi abuk bir isim vermemişiz. Füniküler niye? Yani Afrika dillerinden birini mi baz almışız bu aracı isimlendirirken? Amacımız ne burdaki? İnsanları niye vapura, motora yetişmeye çalışırken aşırı zor bir kelimeyle başbaşa bırakıyoruz ki? Sonra şöyle abuk diyaloglar oluyor:

'Abi ben şimdi metroya inicem ordan da fİnikülerle geliyorum.'
'Tamam güzel kardeşim fünÜkilerden çıkınca ararsın.'

'Pardon! Fünüküler bu taraftan mı?'
'Evet hanfendi merdivenler aşağıya inince finÜkileri göreceksiniz.'

Yahu bir Allahın kulu da demiyor ki 'Hacı bunun ismi ne?' Evet ortada bir f ve birkaç i ile ü var. Ve evet f başta ama ya sonrası? Sonrası haybeye bir şeyler söylemece.

4) Vivident Xylit, nam-ı diğer: Vivident drljgvjafn
Xylit nedir? Mesela normal sakızlar naneli olur, damla sakızlı olur, çilekli olur, karışık meyveli olur. Xylit ne demek şimdi? Neli oluyor bu? Ha yanlış anlaşılmasın, en sevdiğim sakızdır. Amma velakin bunun niye kısilit diye okunduğuna dair hiçbir fikrim yok. Ekşisözlük'te bir arkadaş zaylit olarak okunması gerektiğini söylemiş. Pekala olabilir yani. Why not my friend? Ayrıca x niye? Türkiye'de x harfini Kürtler dışında kullanan yok ki. Onlar da Kürtçe'deki okunuşuna göre. Burdaki ordakiyle bir de değil. Eminim sırf söyleyemediği için başka sakız almak zorunda kalan insanlar vardır şu ülkede. Koy şunun adını adam gibi Vivident naneli sakız, bütün Türkiye gerilmeden sakız çiğnesin.

5) Koreografi, nam-ı diğer: kAreografi, korOOgrafi
Bunu, ne yalan söyleyeyim, ben de düzgün söyleyemiyorum. Hatta şimdi googlelayıp baktım hangisi doğrusu diye. Bu kelimenin nasıl söyleneceğini ve yazılacağını bilmen için dans veya müzikle alakalı bir şeyler yapıyor olman gerekiyor kanımca. Öbür türlü koreografiymiş, kareografiymiş, benim için hepsi aynı bokun soyu. Dans figürleri topluluğu işte. Veya öyle bir şey. Bunu yanlış okuyanı da hiç ayıplamam. Niye? Çünkü buradaki anormal olay yanlış okumak değil doğru okumak. Büyük ünlü uyumu da yok zaten. Direk almışız oradan buradan çat diye koymuşuz Türkçe'ye. Kore de kare de bir şey ifade etmiyor benim için. Ha kore ha kare. Ama korOOgrafi biraz sert. Öyle diyorsan hafif ayıplayabilirim seni güzel kardeşim çünkü seninki düpedüz tembelliğe giriyor. Sen füniküler kafasındasın demek oluyor bu.

6) Abuk subuk, ortalama bir Türk vatandaşın okuyamayacağı restoran isimleri
Mesela Kitchenette. Mesela Delicatessen. Yani oha. Çok uzun be babam. Tamam buralara zaten yüksek gelirli ve çoğunlukla yabancı dil bilen kesim gidiyor ama yine de oha. Yabancı isim koyunca acayip havalı olduklarını düşünüyor olmalılar. Ama mesela Kitchenette bence oldukça hıyar bir yer. Ortaya karışık herşeyi yiyebileceğim bir yer istiyorsam ben hala ve yine Kırıntı, Midpoint gibi yerlerde ısrarcıyım. Evet artık çok baydılar ve mazide kalmalılar ama onlardan daha iyi yemek de yapan yok maalesef. Kitchenette de havalı ismiyle tezat oluşturan terbiyesiz garsonları ve sikimtrak menüsüyle açıkçası hiç 'cool' değil. Zaten adını kimse söyleyemiyor. Türkiye gibi daha komşusunun adını söyleyemeyen adamlardan oluşan bir ülkede niye Delicatessen diye bir restoran var mesela? Yahu bu fakir ama gururlu adamlar günün birinde paraya kavuşsalar da gidemezler bu restoranlara. Daha adını söyleyemiyor içeri nasıl girsin? Arkadaşı sorsa nerede yedin diye ne diyecek? 'Delikat' mı diyecek? 'Delisin sen mi ne öyle bir şey işte' mi diyecek. Olmaz babam. Bunların hepsi sex oluyor sonra.

Evet, bugünlük dozumuz da budur. Hayırlı telaffuzlar gençler!


12 Ocak 2014 Pazar

Ermeni sorunu

Sorunum ne biliyor musunuz? Ermeni olmak değil kesinlikle. Ama bununla ilgili. Ermeni olmak dışında olmadığım bir sürü şeyin kimliğime yüklenmesi.

'Madem ki Ermenisin, istemeden vermelisin' demişler ya, öyle şeyler verebilirim/verebiliriz ki, gözleriniz yuvalarından fırlar. Kanıtlarıyla, yaşayan örnekleriyle, kimliğimizi zedeleyen, kirleten, bizi saklanmaya, fısıldayarak konuşmaya iten herşeyi öyle bir veririz ki... Nerelere saklanacağını şaşırır insan. Ölümlerden ölüm beğenmeyi yeğler.

Ermeni dölü. Ne kadar çirkin değil mi? Bu bir statement aslında. İnsan evladı demek gibi bir şey. Türk dölü mesela. Kürt dölü. Arap dölü. Bir döldür alır başını gider ama neticede denilen hep aynıdır. İnsan evladı demektir aslında. Ama bu bir hakaret. Niye? Çünkü Ermeni dölü olmak kötü bir şey. Yani ben doğarak bile kötü bir şey yapmışım gibi gösteriliyor. Halbuki bu gurur duyduğum bir şey. Dünyadaki kökleri çok eskilere dayanan nadir ırklarından birine mensubum ben. Ben bir Ermeni dölüyüm ve bundan mutluluk duyuyorum.

Ama aslında sorun ne biliyor musunuz? Ermeni doğmak değil kesinlikle. Ermeni doğduğum için beni yeren bu halk.

Be Türkiyeli! Senin turistleri gezdirirken ballandıra ballandıra anlattığın o güzelim İstanbul'un var ya, o çok övündüğün tarihi binalar, saraylar, camiiler... O yere göğe sığdıramadığın, Ermeni dölü olduğunu bile bilmediğin Mimar Sinan'ın var ya... Sen daha yer dur bakalım. Ama unutma ki, o övündüklerinin hepsi birer Ermeni dölünün elinden çıkmaydı. Benim sorunum senin bu unutkanlığın işte...

Sorunum o ilkokuldan üniversitenin sonuna kadar okutulan Osmanlı ve Türk tarihinin eksikliği aslında. Hepimiz defalarca okuduk Osmanlı nasıl kuruldu, ne zaman kuruldu, nasıl yıkıldı. Peki ondan önce? Hani o senin her sıkıştığında Ermenistan'a postalamaya çalıştığın Ermeni dölleri vardı bu topraklarda. Dünya tarihindeki en eski yerleşik toplumlardan biri olan Ermeniler. Bu yüzdendir ki el sanatlarında, kalıcı eserler çıkarmada bu kadar başarılı olan Ermeniler. Sen kimi kimin toprağından kovuyorsun bir düşün bakalım. İşte benim sorunum senin bu cehaletin ve sorgulamayışın.

Ben bu ülkeyi seviyorum. Ben toprağımı seviyorum. Benim de toprağım çünkü bu. Ben nereliyim biliyor musun? Ben Kayseriliyim, Malatyalıyım, Sivaslıyım, Erzurumluyum, Diyarbakırlıyım, Trakyalıyım, Konyalıyım, İstanbulluyum... Ben, 'benim' dediğin bu ülkenin senden eski vatandaşıyım. Ben baba tarafından üç nesil Ortaköylüyüm. Şimdi yalılarda oturan, parasını nereye saçacağını bilemeyen o creme de la creme saçmalığa sor bakalım neredensin diye? O çok övündüğü İstanbul'un yakınından bile geçiyor mu bak bakayım.

Bir sonraki sefer daha iyi düşün.
1915 öncesi hamallık yapan, üç kuruş parası olmayan adamlar şimdi bu ülkenin en zenginleriyse eğer...
Senin ecdanının Orta Doğu'da at sürdüğü sıralarda 921'de açılan Ahtamar kilisesi 1915'ten sonra talan edilip ancak yeni yeni tekrardan açılabilmişse eğer...
Anadolu'da yaşayan insanların yarısından fazlasının anneannesi, babaannesi Ermeniyse eğer...
Köylerinde gömdükleri altınlarını sonradan eşkıyalara kaptıran, bir daha da köylerine geri dönemeyen Ermeniler'den zar zor birkaç tahrip olmuş taş parçası kalabilmişse eğer...
Diyasporanın bunca nefretinin en büyük sebeplerinden biri yüzyıllardır bu topraklarda varolmuş köklerinden sökülüp hiç bilmedikleri yerlere sürülen atalarının hesaplarının sorulamamasıysa eğer...
Hrant'ın davası hala görülememişse eğer...

Sen otur etraflıca bir daha düşün. Sonra eğer vicdanın hala el veriyorsa benim kimliğime söv. Ama unutma ki, senin sövmen, benim köklerimi yok etmez.

Tarih dersi ne güzeldi değil mi? Şanlı Türk milleti. O şan elde edilsin diye kanatılan, anası bellenen milletleri ne yapacağız peki? Ne yapalım savaş zamanıydı demek çok kolay. Olmamış gibi yapmak da. Ama benim yerime koy kendini. Yapamıyorsun işte. Binlerce özür de dilense affedemiyorsun. Kesilen kolun yerine yenisi çıkmıyor çünkü. Alınan canların hesabını soramadıktan, hep ölüm korkusuyla yaşadıktan sonra, canı cehenneme diyorsun işte.

4 Ocak 2014 Cumartesi

Hediye alma/seçme sorunsalı

Hediyeler şüphesiz hepimizi aşırı sevindiren ve 'yaşasın, beleş bir adet daha eşya' gazına getiren objelerdir. Fakat bize alındığında oldukça mutlu eden bu şeyler, sıra başkasına almaya gelince büyük bir sorunsala dönüşme gücüne sahiptirler. Hatta bazı bazı bize alınan bir hediye bile bizi mutlu etmek yerine, sıkılgan ve mutsuz bir tribe sokabilir.

Hediyeler ne zaman alınır? Doğum günleri, özel günler, yılbaşı vs. Yani durup dururken alınmazlar.
İşte en büyük yanlış burdadır. Aslında hediyeler durup dururken alınmalıdır ve sonrasında bu özel günlere yedirilmelidir. Niye? Çünkü insanoğlunun beyninde bu tür özel günlerde oldukça yüksek sesle öten bir alarm belirir: AMAN TANRIM NE ALICAM ÇOK AZ VAKİT KALDI NE İSTİYOR HİÇ BİLMİYORUM HANGİ DÜKKANA BAKSAM ÇOK DÜKKAN VAR MAAŞ DA KALMADI UCUZ DA BİR ŞEY ALINMAZ ŞİMDİ EYVAH ÇOK PANİK OLDUM!

Evet. Bu aynen bu şekilde oluşur. Ha buradaki insanoğlundan kastım kadınlardır. Erkekler için hediye alma eylemi UFO kadar tanımlanamaz bir şeydir. Hediye almayı gerçekten birfiil beceren ve üstüne üstlük güzel de bir hediye alan bir erkek, evlenilecek ve pamuklara sarılıp el üstünde tutulacak erkek kategorisine girebilir. Abarttım tabi; herşey o kadar basit değil hemen gaza gelmeyin.

Neyse, dediğim gibi, hediyeleri öylesine zamanlarda alıp sonra özel bir günde vermek en sağlıklısıdır. İnsan sıradan bir günde hiç girmeyeceği bir dükkana girip herhangi sevdiği birinin çok da beğeneceğini bildiği bir obje görebilir. Hem böyle zamanlarda panik içinde kafası koparılmış tavuk gibi oradan oraya da koşuşturulmadığı için çok daha verimli olunabilir. Buradaki tek sıkıntı değiştirme kartıdır. 'Ya bu falanca falanca insan hediyemi beğenmezse de değiştirmek isterse' diye insanlar alışverişlerini son dakika yapmayı tercih ederler. Ama ve fakat, güzel bir kitap, klas bir kalem, hoş bir ev süsü vs. de pekala uygun hediyeler olabilir. Hatta ve hatta, eğer butik bir yerden alışveriş yapıyorsanız değiştirme kartının tarihi için de pazarlık yapmak söz konusu olabilir. Bunlar hep olası senaryolar ve bu trickleri es geçip son dakika panik atak geçirmek hiç lüzumlu değil.


Yanlış hediyeler
Evet burada bir alt başlık açmak istedim ve insanların aldığı oldukça yanlış hediyelerin birkaçının örneğini vermek istedim. Çünkü o hediyelerden nefret ediyorum ve bunları alan insanların yüzüne 'ahahah ne kadar da hoş çok teşekkür ederim ne zahmet ettiniz eheheheh ihihihih' demek yerine 'BUNU MU ALDIN LAN ALA ALA?!' demek istiyorum. Ama demiyorum. Çünkü we all live in a society.

1) Parfüm
En büyük hata. Eğer kişinin kullandığı parfümden %100 emin değilseniz parfüm almayın! Çünkü sonra o kişi o parfümü kullanmak zorunda kalacağı için size her gün küfredecektir. Mesela ben Calvin Klein Euphoria kullanırım yıllardır ve insanlar bu parfümü benle özdeşleştirmişlerdir. Arkadaşlarımın çoğu da bilir bu parfümü sürdüğümü. O yüzden parfüm alacaklarsa bunu almaları gerektiğini de haliyle bilirler. Ama falanca teyze benim hangi parfümü kullandığımı bilmediği halde, niyeyse, durup dururken çıkıp hediye olarak bana bir parfüm almaya karar verir. Çok zeki olmayan teyzemizin bu manasız davranışı, aylarca dolabımda sürünen ve yalnızca market alışverişine giderken sürdüğüm, o da bitsin diye, parfümün hazin hikayesine dönüşür. Özellikle Duty Free'den alınan parfümler iyice sinir bozukluğu yaratır. Madem Duty Free'den bir şey alacaksın, bir ruj al, birkaç şişe Martini Bianco al, ne bileyim en kötü git çikolata falan al. (Okuyanlar arasından bana hediye alacak olan varsa diye şeettirdim)

2) Ayakkabı
Bu sanırım parfümden de beter. Ayakkabı denilen şey denenerek alınmalıdır. Online veya offline denenmeden alınıyorsa da ayağın sahibi tarafından alınmalıdır. Diğer türlü her koşulda sakıncalıdır. Bir kere herkes her markayı giymez. Ya ayağına uymaz ya markasını paçoz bulur ya tarzı değildir falan filan. Ayağında çıkıntı girinti olan milyonlarca insan var. Öyle her ayakkabı şak diye ayağa olsaydı, ayakkabı mağazalarında müşterilere yağ çekmek gibi bir meziyet edinen çalışan grubu da olmazdı. Bu grubun tek amacı, aslında ilk giyildiğinde rahat olmayan her ayakkabıyı, 'aaa efendim o ama esner; bu falanca derisidir mutlaka esneme yapar' demektir. Ayağa birfiil denendiğinde bile rahat olmayan bir ayakkabıyı sen nasıl gidip de hediye diye alırsın? Mankafa mısın? Eğer illa ayakkabı almak istiyorsan bunun yolu şudur: 'Canımın içi ben tutturdum sana ayakkabı alacam. Sen git bir tane beğen al sonra gel ben parasını sana vereyim.' Ya bu ya hiçbiridir.

3) Çocuklara alınan yanlış hediyelerden en kötüsü: silah
Bu komik mi anlamıyorum bile ama bir çocuğa silah almak, let me tell you my friend, is WRONG. Çünkü Orta Çağ'da yaşamıyoruz. Binlerce güzel oyuncak arasından gidip de silah seçmek senin ne kadar aptal bir insan olduğunu gösterir. İlerde bir oğlum olursa ve herhangi biri ona silah almak gibi bir yanlışa düşerse onu herkesin önünde mahçup etmek için büyük bir uğraş veririm. Silah ne be?! İnsan yığınlarca lego, araba, kutu oyunu, puzzle, zeka oyunu vs dururken gidip silah mı alır? COME ON. Vahşete mi eğilimliler nedir bilinmez ama bu insanları anlamıyorum. Herhangi bir çocuğun silahla eğlenmesinin nesi doğru bulunuyor bunu da anlamıyorum. Sonra oturup vah vah memleket elden gidiyor diyorlar. Çocuğuna silah almayarak başla o halde memlekete yapacağın katkıya.

4) Şişman birine alınan kıyafet
Bu herşeyi geçtim oldukça rahatsız edici bir durum. Bir kere bakacağınız yerler sınırlı olacağından zaten zorlu bir arayış olacaktır. Ayrıca bir yerden sonra şişman insan kıyafetlerinin hepsi kocaman kumaş parçaları haline geldiğinden birbirinden pek bir farkı kalmıyor. Ayrıca hediyeyi verdiğinde bu hediyeyi açan kimse de eminim durumdan aşırı mutlu olmayacaktır. Sonuçta poşetin üstünde büyük ihtimalle Faik Sönmez veya Marks & Spencer veya Atalar falan yazacağından bilecektir ki siz özellikle şişman kıyafetleri satan yerlere gittiniz. (ve evet şişman tanıdıklarım var.) Sonra bir de sizin aldığınız o Large şey olmazsa iyice utanç verici bir durum olacaktır. Halbuki bir takı falan çok daha hoş olabilir. Bu zahmetlere hiç gerek yok.


Evet efendim.
Yılbaşı sonrasında bu büyük sıkıntıya değinmek gerektiğini düşündüm.
2014 bol hediyeli geçsin inşşşaaalllaaaah! AMİN.