15 Nisan 2014 Salı

Toplu taşıma insan profilleri

Toplu taşımayı çoğumuz sıklıkla, bazen çok keyif alarak, bazen de ana avrat küfrederek kullanıyoruz.

Ben çok jonjon bir liseye gittim ve okula Range Rover'la gelen arkadaşlarım vardı. Evet yaş 18 ve araba Range Rover. Hallelujah. Ondan bu yazı onlara bir science fiction kesiti gibi gelebilir. Ama it happens. Toplu taşıma exists.

Bendeniz annemin babamın yoğun ısrarlarına rağmen hala araba kullanmayan biriyim.
Bunun birkaç sebebi var:
1) Yer-yön konusunda benim kadar kötü olan kimseyi tanımıyorum.
2) Ehliyet alalı 6 yıl oldu ve şu anda direksiyon başına geçsem kendim de dahil olmak üzere 436 kişinin ölümüne sebep olabilirim.
3) Anadolu yakasında yaşayıp Avrupa yakasında çalışıyorum. Ve o trafiğe NAH girerim.
4) Girsem de arabayı işe vardığımda götüme monte edemeyeceğimden mütevellit, arabayla işe gitmek gibi bir seçeneğim zaten yok.
5) Haftasonları da içiyorum ve tabi ki alkollü araba kullanmam çünkü intihar etmek hobilerim arasında değil.
6) Evimiz AŞIRI merkezi bir yerde. Yani 2 hafta boyunca bizim sokaktan çıkmadan çok rahat yaşarım ve sosyalleşirim falan. Ve evimizim otoparkı yok çünkü evimiz milattan önce 1238 yılından kalma.
7) Sinirli ve stresli bir insan olmama rağmen mazoşist asla değilim. Kendimi trafikte sinir krizi geçirirken düşünmek hoşuma gitmiyor.
8) Nereye ne kadar sürede gideceğimi bilmeyi seven biriyim. Trafikte bu asla belli olmuyor ve bu da bana oldukça ters panpişler.
9) And last but not least, I live in İstanbul. And I have a brain.

Yalnız baya bir sebep varmış. Araba kullanmama kararımdan ötürü kendimi bir kez daha tebrik ediyorum.


Gelgelelim toplu taşımaya. Otobüs dışında hemen hemen her toplu taşıma aracını oldukça aktif bir şekilde kullanıyorum. Marmaray'a henüz binmedim ve yakın zamanda da binmeyi düşünmüyorum. Denizin altında kalma düşüncesi bile beni yeterince yıpratıyor. Otobüse de sosyetiklikten öldüğüm için binmemezlik yapmıyorum tabi ki. Sadece benim için yine karayolu, yine trafik, yine bilinmez yolculuk süreleri demek oluyor otobüs.

Her sabah sırayla dolmuş, deniz otobüsü, füniküler ve metro yaparak işe gidiyorum. Bu yolculuk esnasında 'Ulan amma farklı tiplerle yolculuk ediyorum heeaa' diye düşündüm. Bunun üzerine kullandığım tüm toplu taşıma araçlarındaki insan profillerini kafamda kategorize etmeye başladım. Tabi ki oldukça kaba bir genelleme üzerinden yaptım bunu çünkü hayatımda daha heyecanlı şeyler de var.
Ahanda profiller:

Deniz otobüsü:
Zengin, meşgul, smart phonelu, akbilini 50'şer 50'şer doldurtan, deniz tutması konseptinin yanından geçmeyen, sabah kahvesine bayılan, sabah sabah yüksek sesten oldukça irite olan, 'ben kendi ayakları üzerinde durmayı başarmış bir kadınım' tribindeki kadınlar ile 'geçen gün Beymen'deki çocuklarla şakalaşıyorduk hah hah hah' kafasını yaşayan adamlar.

Vapur:
Keyif insanı, 'bildiğin yoldan şaşmiycan aağbi...' mantığını güden, çay-kahve konusunda derin bir bağımlılığa sahip, gazetesini çarşaflarrr gibi açmaktan büyük mutluluk duyan, hava güzel olunca mutlaka bir sigara tüttürmek isteyen, vapur satıcılarından hiç mi hiç haz etmeyen, klasik ve neo-klasik akımlarda yaşayan güruh.

Motor: 
Ucuzcu, dengede durmakta usta, motorun arka tarafına geçip sigara içme zamanlamasını ayarlamakta master degreeye sahip, sıkışıklıktan gocunmayan, atlayıp zıplamaktan ötürü oldukça atletik bir yapıya sahip gençler, genelde şişman ve elinde 2145741 tane poşet taşımakta ısrarcı orta yaş teyzeler ve gerçekten işsiz-güçsüz olduklarına inandığım bilimum bıkıylı amcalar silsilesi.

Otobüs:
Yurdumun insanı, tek vasıtacı, harf ve rakam kombinasyonları konusunda uzman, hafızası kuvvetli, gerektiği zaman olimpiyat koşucularına taş çıkartan performanslar sergileyen, çoğunlukla dakik, aşırı tutumlu sen, ben, o, biz, siz ve hatta onlar.

Dolmuş:
Para uzatma jargonunda usta, arkayı dörtlüyoruz mottosunu hayat felsefesi olarak bellemiş, hız ve adrenalinden zırnık etkilenmeyen, sert dönüşlerde, ani frenlerde nerelere tutunması gerektiğini gözü kapalı bilen, kıçının sağ lobundan gerektiğinde feragat eden ve bu nedenle sol lobu ve sağ baldırı fazla kaslanan, kullandığı dolmuş hattındaki semtleri 'ahanda Suadiye şu Zara'da biter, sonrası Şaşkınbakkal' diyebilecek kadar spesifik bilen 'kadınlı erkekli yanyana oturan(!)' kişiler.

Minibüs:
Her zaman her yerde olabilen, en arkadan en öne para transferini akıllara zarar bir beceriyle gerçekleştiren, aracın asla dolmadığına dair katı bir inanç taşıyan şoföre oksijen seviyesi azaldığında 'kardeş doldu bu araç sığmıyoruz!' diye tepki gösteren, içli dışlı, oturmalı ayaklı, oflamalı poflamalı, sirke koysan rahatlıkla o düz ipin üstünde yürüyebilecek vatandaşlar bütünü.

Metro: 
Ortaya karışıkların en güzeli, hep aceleci, 'ayakta uyuma' konseptine çok literal yaklaşan, itiş-kakış anlarında kendini korumasını iyi bilen, yarısı kibar ve saygılı bir şekilde 'önce inenlere yol vermeliyiz, sonra biz binmeliyiz' derken, diğer yarısı 'başlarım sizin kuralınıza, AÇILIN ULAAAAANNNN BEN GELİYORUMMM' diye bodoslama dalan halk.

Metrobüs: 
Küçükken oynadığımız sandalye kapmaca oyununu hala oynayabilmenin deli kafasını yaşayan, ezilmeyi ve ezmeyi daima göze alan, gerekirse terbiyesizleşmekten ve kabalaşmaktan hiç çekinmeyen, yer isteyen ayaktaki yaşlıya 'amca şu an ölsen şu kadar üzülen namerttir' bakışlarını cürretçe atabilen (ama yine de sike sike yer veren), eğer daimi kullanıcıysa mutlaka bir sonraki metrobüsü beklemesi gerektiğini bilen, hızlı ve dinamik topluluk.

Tramvay:
Dakka başı sefer olduğu için acele etmeyen, ama her nedense bir sonrakini beklemek yerine ciddi anlamda üst üste alt alta gitmekten zevk alan, İstanbul'un tarihi yerlerinde takılan, çalışan veya yaşayan, turistlerle 'you, me, sex' tadında diyalogları ağzı kulaklarında yapmaktan çekinmeyen, hijyen konusunda aşırı derin bir bilgiye sahip olmayan, nostaljikten şaşmayan şahıslar.


İşte bu kadaaar.
Baya bir vasıta kullanıyormuşum ulan oha, çüş ve yuh dedim kendime.

Abi bi de benim hala 'ıyy anadolu yakasına geçemem çok uzaaaak' diyen belli bir ırka ait olduğuna inandığım değişik arkadaşlarım var.
Bunlar hep sex janlarım.
Bir sonraki toplu taşıma yolculuğunuzda beni hatırlayın anacığımmmm...




9 Nisan 2014 Çarşamba

Kardeş

Dün kardeşimin doğum günüydü ve aslında çok da bir bok yapmadık ama ona olan sevgimin yoğunluğundan yola çıkarak 'kardeşlik' konusunda bir şeyler yazasım geldi.
Spoiler alert: bu küçük sevimli kalpçikler tadında bir yazı olacak gibi duruyor şimdiden. Embrace yourselves.

ANDDD ACTION!

Açıkçası tek çocuk olanlara hep üzülmüşümdür.
Yani tabi bu çoğu zaman onların suçu değildir. Anası babası bir kez daha çocuk yapmayı reddetmiş ve evlatlarını yapayalnız bırakmıştır.
Belki anasının babasının da suçu değildir. Paraları yoktur mesela 2. bir çocuğa bakacak kadar. Veya ilk çocuk dünyanın en leş çocuğu olmuştur ve bir tane daha yapmaya yanaşmamışlardır.
Veya bazen de çocuk hıyarın ve şımarığın önde gideni olduğundan 'BEN KARDEŞ İSTEMİYORUMMMM' diye cıngar çıkarır. Çünkü eziktir ve kardeşi olursa artık sevilmeyeceğini düşünmektedir. Bu çocuk zaten kardeş sevgisinden mahrum bırakılmayı haketmiştir.

Hangisi asıl sebeptir bilemeyeceğim. Ama neticede çocuk tek çocuk olarak hayatını idame ettirir ve bu da, dünyada sahip olabileceği en iyi kardeşe sahip olan benim gibi bir insan için oldukça hazin bir hikayedir.
(Bunları yazarken eşek kardeşimin bu blogu okumadığı aklıma geldi. Eve gidince bir azarı haketti. Belki bu kadar yağlamadan sonra okursun CANIMCIM??)

Gelgelelim kardeşin faydalarına...

1) Ana-baba ölünce sana hayatta en büyük destek mekanizması olacak olan insandır.

2) En iyi sırdaştır ve HER ZAMAN götünü kollar. Yarı yolda bırakmaz.

3) 'Kardeş sevgisi' denilen şey dünyada eşi benzeri olmayan bir sevgi türüdür. Şuna benziyor, buna benziyor diye anlatılamaz. En yakın şey heralde çocuk sevgisi olabilir. Ama o da tam benzemez. Sonuçta çocuk senden çıkmaktadır, senin bir parçandır, onu sen yapmışsındır. Kardeş ise senin kanındır, canındır ama seninle eşittir. Mesela annen-baban için ölmezsin ama kardeşin için ölürsün. Doğduğu andan itibaren hayattaki en kıymetli şeyin o olur. Ona birisi zarar verse, o insana karşı beslediğin kin Hitler'i utandırır. Hep senden daha fazlasına, daha iyisine sahip olsun istersin. Ve kıskanmazsın. Neyse biraz daha uzatırsam salya sümük ağlayacağım, gidip İstiklal duvarlarına CANIM KARDEŞİM yazıları yazacağım.
(Burada bir not düşmek isterim: kardeşini kıskanan bazı mal ve ötesi insanları anlamak benim için bir fasulyeyi konuşurken duymak gibi bir şey. Kardeş konsepti kıskançlık barındıramaz. Bünyeye ters olan bir şeydir. Kardeşini kıskanıyorsan defol git, iğrenç bir insansın.)

(Evet, bu insanları sevmiyorum.)

4) Her daim arkadaşın olacak biridir. Kimse olmasa bile kardeşin vardır ve bu büyük bir lütuftur.

5) Anne-babanla yaptığın tartışmalarda seni back-up edecek bir şahıstır. 2 kişi senin üstüne gelirken yalnız kovboy gibi savaşmak zorunda kalmazsın çünkü senin de ekürin vardır.

6) Paylaşmayı öğrenirsin. Sevmeyi öğrenirsin. Değer vermeyi öğrenirsin.

Ve şu an aklıma gelmeyen ama kardeşi olan herkesin eminim uzatacağı bir listedir bu.

Ve bir Oscar konuşmasıyla yazımı sonlandırmak istiyorum:
I want to thank God for giving me a brother.
And I want to thank my mom and dad for being strong people and having unprotected sex.

Ciao!