Ermeni sofrası denince herkes bir durur. Bir derin nefes alır. Sola bakar, sonra sağa, sonra tekrar sola bakar. Sonra bir de masaya bakar ve en sonunda da bir sandalyeye çöker. Bu dakikadan sonra da bilincini kapatır. Bilinç o sofradan kalkıncaya dek kapalı olmalıdır yoksa insan bir ara gafil avlanıp kendine şunu sorabilir: 'Ulan ben deli miyim? Niye 8. tabağımı yiyorum?' Ama bir Ermeni sofrasında bulunmak demek kaderine razı olmak demektir; o masadan 3 kilo almadan kalkmamak demektir.
Şimdi bu konsepti birkaç değişik açıdan anlatacağım:
Coğrafi şekiller ve jeopolitik konum:
Ermeni evleri çok büyük olmaz. Malum çoğu sıkış pıkış apartmanlarda oturur ve çoğunlukla gelir düzeyi orta seviyededir. Ama sakın yanlış anlamayın; yemek harcamasında kimsenin gözünün yaşına bakılmaz. Yok efendim ben şu kadar kazanıyorum, o halde et almayayım da tavuk alayım falan yoktur bizlerde. O sofra dört dörtlük olmalıdır; aşağısı kurtarmaz.
Spesifik olarak sofranın kendisine gelecek olursak eğer...
Masa çok uzun olmaz ama gelen misafir sayısı 25 kadar olur her nedense. Bu durumda içeri odalardan, balkondan, komşudan falan sandalye alınır. O sandalyeler milim oynamayacak şekilde dizilir. Hani minibüste, metroda falan aşırı kalabalıkta hiçbir yere tutunmaya gerek kalmaz ya. Çünkü istesen de düşemezsin. Aynen öyle bir dizilim düşünün. Yani o kıçlar birbirlerine değecek. Zaten Ermeni kıçı büyük olur. Yani neredeyse kucak kucağa oturulacak. O bombeleştirilmiş saçların spreyleri birbirine karışacak.
Sandalyelere oturmak için şekilden şekile girilir. Ciddi bir matematik sorusuna dönüşür tüm olay. Yani Harvard'da, MIT'de falan tez konusu olabilir.
Ve nihayet sofranın üstü...
İğne atsan düşmez teriminin adeta sözlük anlamı gibidir tüm olay.
Ermeni kadınları yemek konusunda büyük ustalardır. Adeta hepsi anasının karnından birer şef olarak doğmuştur. O koca popolarıyla mutfakta bir oraya bir buraya savrularak manyakkklar gibi enfes YEMEKLER hazırlarlar. Şimdi buradaki çoğul eki çok önemli. Eğer bunu okuyorsanız ve bir Ermeni değilseniz ve hayatınızda hiçbir Ermeni sofrasında bulunmadıysanız, size şöyle tarif edebilirim durumu: 'Abi o gün ne yedik be, ye ye bitmedi yemekler' dediğiniz bir gün varsa eğer ona odaklanın. Şimdi onu 10'la çarpın, 7038 ekleyin. Biraz durun. Tekrar 10'la çarpın. Bahsettiğim çoğul eki böyle bir hayvanlıkta sevgili okur.
Nitekim Ermeni sofraları 'full' terimi için çığır açan bir boyuttur. Full kelimesi adeta yetersiz kalır, kendinden utanır. Masa bir renk cümbüşüdür. İrili ufaklı bir sürü tabağın akla zarar bir stratejiyle dizildiği bir düzen mevcuttur. Sofrada oturan istese de masa örtüsüne yemek dökemez. Dökse dökse bir başka tabağa döker kaşığındaki yemeği. O kadar çok tabak vardır ki masada, bir insanın bu yemekleri hazırlaması için yaklaşık 2 ay süreye ihtiyacı varmış gibi görünür.
Menü:
Hani böyle her tür yemek servisi veren restoranlar vardır ya, House Cafe, Midpoint, Num Num falan gibi. Öyle bir yere gittiğinizi düşünün ve menüdeki herşeyi sipariş ettiğinizi...Ne kadar büyük bir abartı değil mi? Ne kadar kalabalık bir grupla da gitsen, o kadar yemeği kimse HERHALDE yiyemez.
Şimdi back to Ermeni sofrasındaki menü.
Aynen bu durumu evde düşünün. Ama bu sefer gerçekten de herşeyi
sipariş etmişsiniz ve bu absürd durumu garipseyen kimsecikler yok. Bir düşünün.
Masaya paso yemek geliyor. Bitenler hızla değiştiriliyor ve giden tabağın yeri
asla boş kalmıyor. Ne büyük saçmalık değil mi? İki dakka oturup hayal etmeye
çalışın. Evet Türk mutfağı da çok gelişmiştir. Lezizdir. Kıldır, yündür.
Ama Ermeni mutfağı... İşte o bir efsanedir. Çünkü Sürrealisttir. Dali’nin
yemeğe dönüşmüş halidir. Lezzeti daima yerindedir ama ya boyutu? Kabına sığamaz
durumdadır.
Efendim başlangıçları sayacak olursak, öncelikle mutlaka 234579872 çeşit
zeytinyağlı olur. Ermeni evlerinin bir kısmında (büyük bir kısım) 2 buzdolabı olur. Çünkü ayılık kanımızda var. Bir buzdolabına sığamıyoruz. İkinci buzdolabı misafir gelince tamamen dolar ama zaten neredeyse hemen her gün bir misafir durumu söz konusu olduğundan, o buzdolabı da daima birincisi kadar dolu olur.
İşte bu zeytinyağlılar o ikinci buzdolabında muhafaza edilir. Ve her misafirlikte mutlaka bir tanesi (bir arkadaşımdan bu konu üzerine çok iyi bir canlandırma izlemiştim), genellikle enginar, buzdolabında veya balkonda unutulur. Onun kaderi unutulmaktır, görücüye çıkamamaktır.
Salataya gelince, 'Salad Station halt etmiş' dedirtecek kadar çok çeşitte salata mevcuttur. Çünkü ev sahibesinde şöyle bir korku muhakkak mevcuttur: Ya Talin'in oğlu Hovsep'in bacanağı Arden'in kızı Tais göbek değil de roka seviyorsa! Bütün plan birilerinin bir şeyleri sevmeme, 'ya onu değil de bunu seviyorsa'sı üzerine kurulmuştur. E tabi sonuçta 25 kişinin her biri için bu senaryo tekrardan yazılınca ortaya 25 çeşit kadar salata çıkıverir.
Sen bu başlangıçları yiyedur, ev sahibesi yavaştan mutfağa çekilir ve ara sıcakları getirmeye başlar. Bu arada şunu da atlamamak lazım, ev sahibesi çok nadir oturur. Arada sırada gelir, kadehini kaldırır ve herkes 348. kez kadeh tokuşturmak zorunda kalır. Yani çatal bıçağını ne sıklıkta eline alıyorsan, kadehini de o sıklıkta alırsın. Kadeh diyorum bu arada çünkü bizde şarap veya rakı içilir. Malum biz gavuruz, bizde alkol mübahtır.
Neyse, başlangıçları yedikten sonra herkes aslında doyar. Çünkü hepimiz insanız. Aramızda hipopotam, timsah falan yok. Çünkü 32456879 çeşit başlangıçla doymayan insan değildir zaten. Ama şenlik daha yeni başlamaktadır. Bu daha başlangıçtır, mücadeleye devam etmek lazımdır.
Ara sıcaklar gelir. Bu noktada en afilli mezeleri bir arada düşünün. Öyle bir ortam vardır. İnsanın canı tabi hepsinden yemek ister. Ama namümkün. Çünkü misafir bilir ki bir protein, bir de karbonhidrattan oluşan devasa bir ana yemek de gelecektir. Ve bunların hepsinden yemeyen misafir de şerefsiz misafir sayılacaktır. 'Ben dikkat ediyorum canım almayayım' demek en büyük yanlıştır. Çünkü ev sahibesi ateşin icadından başlar ve 'Kırk yılda bir böyle bir araya gelmişiz (2 hafta önce de görüşmüşlerdir yüksek ihtimal) hayatta olmaz!' diyerek bitirir. Velhasıl, acayip bir strateji yapılmalıdır, yemekler ona göre seçilmelidir ve ana yemek için yer bırakılmalıdır.
Ana yemek de yendikten sonra, erkekler masadan çekilir ve bu sefer bir altın günü moduna girilir. Kadınlar fiskos yapmaya koyulur ve bu sırada da en afilli manavı bile kıskandıracak çeşitte çok meyvenin bulunduğu meyve tabağı gündeme oturur. Kadınlar kocaları için meyve soyup evlatlarına seslenirler 'Areeeeen! Al şunu babana götür.' Meyveden sonra tatlı ve kahve, sonra çay, sonra tekrar kahve derken...bakmışsınız nefes borunuz dahil tıka basa dolmuşsunuz. Evet efendim, yemek dediğiniz böyle olur. Takribi 13 saat süren ve dünya rekorlarını üst üste acımasızca kıran bir Ermeni sofrası macerası daha bitmiştir.
Sofra diyalogları:
Burada birkaç örnek sunmak isterim.
1) Ev sahibesinin bir orduyu doyuracak kadar yemek hazırladığını inkar edişi
Misafir kadın: Ah hokim (Ermenice 'canım') neler hazırlamışsın... Ne gerek vardı...
Ev sahibesi: Yok be hokim hiçbir şey yapmadım ki...
Misafir kadın: (Anasının nikahı bakışı ataraktan) Daha ne yapacaktın! Yine döktürmüşsün. Ama ben sana demedim mi çok bir şey hazırlama diye. Biz misafir miyiz? (Bunun cevabı tabi ki evettir ve bu sorulan en gerzek sorulardan biridir.)
Ev sahibesi: Bir şey yapmadım ki hokim! Çok vaktim yoktu zaten bir şeyler uydurdum. (2 gündür uykusuzdur aslında)
Misafir kadın: Aman sen de deli. Neyse ellerine sağlık...
2) Kusacak duruma gelmiş misafire yemek kakalama
Ev sahibesi: Aaa bundan almamışsın! (ev sahibesi bütün yemek boyunca insanların tabaklarını keser ve kim ne yemiş onun hesabını yapar)
Misafir: Ben daha fazla almayayım hokim. Çok güzeldi herşey ama birazcık durayım şimdi. (daha önce de dediğim gibi BÜYÜK HATA, hatta FATAL ERROR)
Ev sahibesi: Hayatta olmaz! Bak valla çok alınırım. O kadar yaptım yahu. Kaç kere bir araya geliyoruz böyle?
Misafir: Yok hokim valla alamam. Hem dikkat ediyorum bu sıralar.
Ev sahibesi: NEE!? (Ermeniler diyet olayını anlamazlar. Onlar için yemekten kısmak demek, burnunun yerinde kulağı olan bir insan görmekle aynı şeydir. Anlam verilemeyen bir durumdur.) Saçmalama Karin! Neyin var yahu? İpinceciksin. Hem şimdi ye yarın yemezsin. Vallahi bırakmam.
Misafir: Eh peki tamam azıcık koy ama. Çok alamam bak çöpe gider yazık olur. (Yemeğin çöpe gitmesi herhangi bir Ermeni'nin kalbinde 9.8 şiddetinde deprem yaratabilir. Bu cümle onları çok sarsar.)
Ev sahibesi: Eh iyi al bakalım. Ama bunu bitireceksin. Bak çok seveceksin bir daha isteyeceksin. Kehkehkeh...
3) Yemek sonrası saçmalıkları
Ev sahibesi: Eveeeet şimdi kim kahvesini nasıl içiyor? (daha Bismillah yeni kalkılmıştır masadan)
Misafir kadın: Dur hokim ben de geleyim de yardım edeyim.
Ev sahibesi: Ah daha neler, ne olacak bir kahve yapacam al tarafı. Sen otur.
Misafir kadın: Aa olur mu zaten bir kerecik bile oturmadın. Hayde siz de söyleyin nasıl içiyorsunuz. (Buradaki 'siz' erkeklere ithafen söylenir. Onlar bütün bu hikaye boyunca kurbanlık koyun modundadır. Söz hakları yoktur.) Sade? Orta?
.................(kahveler içilir)
Ev sahibesi: Evet çay kim içiyor?
Misafir kadın: Koko daha neler! Kalkacaz birazdan yapma çay falan.
Ev sahibesi: Koydum canım çoktan altını açtım. Hayde ov tey guzegor? (Haydi kim çay istiyor?)
Misafir kadın: Eh iyi bari ben alayım bir tane.
Ve falan ve filan efendim.
Evet görüldüğü üzere en uzun yazımı yazmış bulunuyorum. Niye? Çünkü konu geniş, konu büyük. Büyük ne kelime! Konu DEVASA devasa...
Bu anlattıklarım hepsi gerçek hikayelerden alınmıştır. Yalanım varsa iki gözüm önüme aksın aplalarım ağbilerim!
Eğer hala inanmıyorsanız gidin bir Ermeni evine misafir olun. Ama eğer biraz aklınız varsa, mümkün olduğunca Ermeni sofralarından uzak durun. Bu çetin yolculuğa kalbiniz dayanamayabilir. Zira bu yolculuk yalnızca Ermeni ırkı için yaratılmıştır ve başka ırkları oldukça zor durumda bırakabilecek şekilde tasarlanmıştır. Diğer ırklardan kastım, insanoğlundan bahsediyorum...