25 Nisan 2013 Perşembe

KBB (Kahrolsun Boyle Bademcikler)

Hep özenirim, atkısız, böğrü apaçık gezen insanlara.
Ve asla onlardan biri olamadığım için de çok içerlerim. Kaderime küsüp, atkımı takıp çıkarım sokağa hava 20 derece bile olsa...

O kadar muntazam bir gen havuzunda yüzüyorum ki, maşallah sülalenin ne kadar lüzumsuz, sikko geni varsa bana aktarılmış; geriye kalan bütün iyi, güzel, cool genler de kardeşime devredilmiş. Adeta ihracat fazlası gibi hissediyorum zaman zaman.
Ve bu über gen havuzundan bana düşen en güzel ve işe yarar şeylerden biri de, anneannem sağolsun, hassas boğaz olayı. 5 dakika rüzgara maruz kalsa hemen şişen bademcikler. Hiç düzgün duramayan, paso ya sağa ya sola devrilen bir küçük dil.... Ne kadar şanslıyım Ya Rabbimmmmm!

Hayır yanlış anlamayın, anneannem iğrenç bir kadın da, vereceği en iyi şey maalesef bu hassas boğaz durumuydu değil. Kadın cillop gibi kadın. Gençlik resimlerine bakıp bakıp, 'Anneanne insan biraz tornuna da verir bu tipini? Ne bu bencillik? Ne bu adamsendecilik? Vere vere gereksiz boğazını vermişsin! Batsın bu adaletsiz dünya....' derim hep. Anne tarafının hepsi renkli gözlü, anneannenin teni kaymak gibi, bacakları incecik falan. İnsan bunlardan birini verir değil mi? Paylaşımcı olur biraz. Ama yoookk! Tabi ki bana piyangodan çıkan, sülalede yalnızca bende, anneannemde ve zavallı teyzemde olan KBB durumu.

İnsan yazın bile, 'Lan şimdi denizotobüsünde klima açık olacak ve benim boğazıma esecek' deyip, 30 derece havada boynunu örtecek bir şeyler alır mı yanına? Alır! Böyle denyo bademciklerle naapacak? Alacak! Ne çektim ben bu bademciklerden be....

Sayın tıp dünyası! Önce tabi ki kansere bir çözüm bulunuz. Ama sonra da lütfen şu zavallı kızın durumuna bir el atıveriniz. Bir rüzgar bloke edici şuruptur, efendime söyleyeyim, bir bademcik sabitleyici fısfıstır, ne bileyim böyle bir şeylerle çıkıveriniz karşıma! Saygılar, çok tenks!


11 Nisan 2013 Perşembe

Turk PoK muzigi ve Turk PoK Klipleri

Türk pop müziği çok enteresan bir dünyadır. Kral TV mesela bunun önemli bir parçasıdır. Hep aşktan bahsetmek, ama aşktan bahsederken abuk subuk pozlar vermek, havuz kenarında bikiniyle salınırken 'sen beni çok kırdın aaahhh' tarzı şarkı sözleri zikretmek... Bunların hepsi Türk pop'unun olmazsa olmazlarıdır.

Eskiden de böyle miydi?
Tabi ki hayır. Tabi ki bir aralar çok daha kaliteli müzik yapılıyordu. Şarkıcılar, gerçekten sesleri güzel olduğu için şarkıcı oluyorlardı. Popoları ve göğüsleri değil de sesleri ön plandaydı. Teknoloji belki çok gelişmemişti, inanılmaz efektler yoktu. Ama yine de klipler daha iyiydi. Görüntü kirliliği değildi en azından.

Şimdi nooldu peki?
Sik gibi şarkılar var şimdi. Bir bok anlatmayan söz dizileri. Melodiler de hep aynı... Klipler hele, onlar daha da fena. Birkaçını izledikten sonra insan kendini Boğaz Köprüsü'nden aşağı koyvermek istiyor. Şarkıların %99'u aşkla ilgili. Ya sevdiğini kaybetmiş, ya sevdiği gelecek, ha geldi ha gelecek, gelse de Türk milleti topluca bir 'oh' çekse. Falan... Hep bir kavuşamama. Kavuşunca bir hava atmaca. Başka bir mesaj verememe.
Yani mesela toplumdan bahset biraz. Ne bileyim, politik birkaç mesaj vermeye gayret et. Veya doğayı korumak üzerine bir şeyler söyle. Aklın fikrin amında sikinde. İlla seks olacak yoksa şarkı söyleyemem diyorsun. E ama ÇÜŞ be yavrum! Bu kadar da sığ olunmaz ki.

Hadi diyelim bütün şarkılar aşkla ilgili ve o yüzdendir ki iç kıyıcı. Peki ya kliplere ne demeli?
Yönetmen ne yapıyor tam olarak? 'Hmm şimdi sen şarkıda aşkının yolunu gözlemekten ve çok üzülmekten bahsettiğine göre, bence aynalı bir küpün içinde birkaç dansçıyla oranı buranı açarak hareketli bir tempoda dansetmelisin' mi diyor?! Lan! Bu ne abuk subuk iş böyle! Dadaist mi takılıyor bizim yönetmenler? Kadın şarkıda üzüldüğünden, adamın yolunu gözlemekten bahsediyorsa niye seksi seksi dansediyor? Ben aşk mağduru olduğumda hiç seksi seksi dansedip oramı buramı açmadım mesela? Böyle yapan bir allahın kulu da yoktur bence. İnsan dediğin, aşk acısını evinde ağlayarak çeker. Homosapiens you know...

Peki o da olmadı suçu batıya atalım. Bunlar hep batı kapitalizminden aldığımız boktan şeyler diyelim ve olayı kendi üzerimizden atmaya çalışalım. Lan biz batıyı böyle mi algılıyoruz? Adamların niye düzgün şeylerini almıyorz da abuk subuk şeylerini taklit etmeye çalışıyoruz? Ve edemiyoruz da? Adamlar kliplerde oralarını buralarını açıyorlar ama göstermelik değil. Kliplerinde en azından bir olay örgüsü oluyor. Ha, ben beğeniyor muyum? Not really. Ama izler miyim? Ara sıra, çünkü gözümü kör eden bir iğrençlikte olmuyorlar. Adamlarda sex varsa harbiden var. Bizimkiler naapıyor? Orasını burasını açıyor ama maximum erkek dansçıyla hafif temas içine giriyor. Bizdekilerin sex anlayışı bu. Neticede yine bir batıya özenme ama onun gibi olamama durumu mevcut oluyor.
Bari böyle arada derede kalacağına, git adam gibi kendi milletine uygun bir tarz belirle ona göre çek kliplerini. Ama yooook! Bir şey yaratmaya gelince iş, işte orada sınıfta kalırız biz.
Copy paste, copy paste. Sabahtan akşama kadar. Bir de onu tam yapabilsek...

9 Nisan 2013 Salı

Kadina cevap vermeyen dolmus soforu

Diye bi insan grubu var.
Cok degiller allahtan. Ama yine de denk geldigimde nefret ettiren ozellikteler.

Hikaye soyle:
Dolmusa biniyorum. 'Suradan bir tane alir misiniz?' Aliyor parayi, konusmadan. Para ustunu veriyor, yine konusmadan. 'Tesekkur ederim' diyorum; cevap yok. Yolculuk bitiyor. 'Musait bir yerde lutfen' diyorum, sagolsun musait yere cekiyor. Inerken 'Sagolun, hayirli isler' diyorum. Benimle beraber inen bir baska yolcu daha var: erkek. O da 'Hayirli isler' diliyor. Ve sofor konusuyor: 'Sagol abi'. 'Abi' diyor cunku bendeniz ablanin hayrina ihtiyaci yok. Ben bayanim ya, benim lafimin faydasi yok ona. Hor goruyor beni. E ben de durduramiyorum kendimi, hayirlarimi dileyip yanitsiz birakilinca, 'allah belani versin o zaman allahin denyosu' deyiveriyorum. Cok da iyi ediyorum kanimca. Cunku butun yol kayitsiz kaldigi bayan yolcusu olarak ben, soforumuzun dikkatini ancak bela okuyunca cekebiliyorum. Ters ters bakiyor. 'Neyse' diyorum kendi kendime, 'gorunmez degilmisim.'

Ne kadar aci degil mi? Ne kadar yobaz.... Zavalli, bana cevap verirse, beni insan yerine koyarsa abdestinin bozulacagini saniyor.

Neyse diyorum, en azindan cep telefonu calip da ekranda 'Kafatascilar' ismi cikmadi. O da ayri bi zamana, ayri bir hikaye...

3 Nisan 2013 Çarşamba

Sanat yapmak — San-at yapmak

Sanat çok önemli, kuşkusuz. Amma velakin neye sanat dediğimiz de çok önemli. Kendini sanat zanneden zırvalamaca silsilesini gerçekten sanatsal olan bi şeyden ayırmak da... 

Ben bu iki şeyi şöyle ayırıyorum:
Harbici sanat = sanat
Kendini sanat zanneden saçmalık = san-at

32. İstanbul Film Festivali başladı geçtiğimiz haftasonu. En sevdiğim festivaldir kendileri çünkü sinemasız bir hayat düşünemiyorum. Ama festivalin hep şöyle bir riski vardır: ya fragmanını izleyip ve konusunu okuyup da çok güzel olacağını düşündüğün film saçma sapan bir film çıkarsa? Hele bir de 'çok iyi film, çok iyi film' diye yanında bir arkadaşını da sürüklediysen? Ona da rezil olursun mazallah! Ne yazık ki, her türlü festivalde bir sürü 'sanat' olduğu kadar, birtakım da 'san-at' mevcuttur. 

Mesela bir film izlersin, acayip bir kadrosu vardır, aşırı iyi bir senaryosu vardır, yönetmeni mükemmeldir, herşey dört dörtlüktür ve sen o filmi izlerken tatmin olmanın doruklarında takılırsın; öte yandan bir başka filme gidersin ve 2 saatini o koltukta oturarak çöpe attıktan sonra 'siktirip gidip bir bira içelim bu film hakkında da konuşmayalım' dersin. İşte ilk örnek sanat, diğeri de san-at'tır.

San-at filmi nasıl olur? 
İzlersin, izlersin ve film biter. Ve hiçbir şey olmamıştır. Bir olay örgüsü yoktur. 'Bir adam varmış, yürümüş yürümüş, ölmüş' filmleridir bunlar. Bir anektod dinlemek gibidir; sana hiçbir şey katmaz. Veya bazen de hiç anlaşılmayan bir fısıltı gibidir. 'Ne dedi lan bu şimdi?' dersin. 
Ve ben bu filmleri izleyip, 'Oha çok iyiydi. Evet sanatın dibiydi. Pipomu içip bu filmden çok bir sikim anlamışım gibi davranmak istiyorum' diye takılan insanlara gidip, 'NE ANLADIN LAN BU SİKKO FİLMDEN? Bİ BOK ANLATMAYAN BİR FİLMDEN NİYE HAYATIN ANLAMINI ÇIKARMIŞSIN GİBİ DAVRANIYORSUN GERİZEKALI MAL ENTEL?!?!'
diye bağırmak istiyorum.
Ama bağırmıyorum. Sadece san-at'ı kınıyorum.

Peki san-at sadece filmde mi olur?
Tabi ki hayır. Resimde de olur. Dansta da olur. Tiyatroda da olur. Yani sanat olan her yerde san-at da olabilir. 
Geçen sene Üç Faz diye bir modern dans gösterisine gitmiştim. Hem de ailemi de götürmüştüm. Hatta benimle gelen arkadaşım da babasını getirmişti. Rezaleti siz tahayyül ediniz sayın okuyucu. 
Şöyle bir sahne anlatayım: İki kadın var sahnede. Çıt çıkmıyor, zaten müzik yok. Kadının teki seyirciye kıçını dönüp eğiliyor (domalıyor yani). Kafası iki bacağının arasından gözükecek kadar eğiliyor. Sonra bir elini alıp, o elinin işaret parmağını göt deliğinin oraya götürüp orada gezdiriyor. Biz göt deliğini görmüyoruz tabi. Ve birkaç dakika böyle takılıyor. 
Şimdi bu nedir? Bu sanat mıdır? Bu dans mıdır? Bu ne biçim bir gereksizliktir? Bir de anam babamla gitmişim. Babamın bakışı hala gözümün önünde. Kahkaha atmamak için kendimi o kadar sıkmıştım ki gözümden yaşlar boşalmıştı. Ve bu boktan gösteri bittiğinde ayağa kalkıp alkışlayanlar vardı... O alkışlayadursun, ben de onun kafasının ortasına bir saksı geçirmemek için kendimi zor tutmuştum. 

Sanat çok güzel bir şey. Ruhun gıdası. Sanatsız asla olmaz! 
Ama san-at.... İşte o san-at insanı hayattan soğutur. San-at yapanı öldürme hissiyatı getirir. Hele san-atı savunanlar, onlar asıl en büyük hıyarlardır. Çıplak kral senaryosuna dönüşür herşey birden bire. Ortada sanat manat yoktur ama herkes varMIŞ gibi yapmaktan bir hal olur. O kadar çok MIŞ gibi yapar ki, bir süre sonra o san-at sanatlaşır. 

Beware of san-at. Zevkler ve renkler her ne kadar tartışılmazsa da, bu kadarı da insan sağlığına fazla. San-atı takdir etmeyin; takdir edeni de kınayın, dövün, yüzüne tükürün falan.