12 Aralık 2013 Perşembe

Teknolojinin hayatımıza soktuğu yepyeni dil

Çok iyi hatırlıyorum, 5. sınıftayken ilk kez eve bilgisayar alındı. İnanılmaz bir şeydi benim için. Hz. İsa 3. kez inmiş gibi hissetmiştim adeta. Çok manyak bir durumdu.

Şimdi bu bazıları için Nuh devrinden kalma gibi gözükebilir. 'Oha nasıl yani tablet yok muyduuuaaa???' diyebilirler. Bu demek oluyor ki bunları diyenler daha çok bebeler (ama blogumu okudukları için onlara birer yıldızlı pekiyi). Tam tersine benden büyükler de 'ohooo biz o zamanlar bilgisayarın b'sini bilmiyorduk' diyeceklerdir.

Her neyse, sonuç olarak bu bilgisayar denen meret hayatımıza girdi.
Hatta ve hatta yıllar sonra ben grafik tasarımcı olduğumda da geldi hayatımın tam orta yerine oturdu. Ama tabi ki bilgisayarla kalmadı hiçbir şey. Şimdi artık hepimizin hayatında ayfonundan aypedine, aypodundan aybukuna kadar ay may neler neler var. E tabi bilgisayarın ve onu takip eden internetin de yardımıyla dilimize katılan milyonlarca yeni terim var. Bundan 10 yıl önce kullanıldığında hiçbir şey ifade etmeyecek bir sürü kelime gündelik kelime dağarcığımıza yerleşmiş durumda. Birkaç örnek verelim hadi.

Mesela, hashtag. Artık biz hashtagliyoruz herşeyi. Popülerliğimiz artıyor böylece. Daha fazla insana ulaşıyoruz. Şimdi bunu anneanneme falan söylesem, 'ne? haşhaş mı?' falan diyebilir. Onlar için bunlar paralel evren kavramlar.

Veya bir insana bir şeyi haber vermek istediğimizde o insanı mentionlıyoruz. Ay em menşıning yu. Bir '@' işareti ile bütün arkadaşlarımız parmaklarımızın ucunda. 'Seni mentionladım baksana' diyoruz canımız ciğerimiz arkadaşımıza. Sonra o da bakıyor ve 'like'ı basıyor.

Evet bir de like var. Biz artık herhangi bir şeyi beğenmiyoruz. Mesela bir çocuk görüyoruz ve fiziksel olarak beğeniyoruz. Ama iş sosyal medyaya gelince onu like ediyoruz. Veya arkadaşlarımız bizi facebookta, instagramda like etsin istiyoruz. Like. 'Koyduğun son resmi like ettim' diyerek arkadaşlığımızı pekiştiriyoruz. Veya 'çocuğun resmini like etmişsin çakal seniiii =)' diyerek arkadaşımızın flört etme yeteneğini övüyoruz.

Sözün bittiği yerde smileyler devreye giriyor. Binlerce smiley arasından bizim moodumuza en uygun olanı, en çok takdir görecek olanı seçiyoruz. Neler neler yok ki? Gülen bir bok yolluyoruz mesela. Komik ve sempatik oluyoruz böylece. Gözünden yaşlar çıkan ve aynı zamanda gülen bir sarı kafa yolluyoruz. 'Gülmekten ağladım oğlummmmm' demek istiyoruz aslında. Bunları okuyan birçoğunuz bu dediklerimi anlamakta hiç zorlanmıyorsunuz mesela. Niye? Çünkü bunu hepimiz yapıyoruz. Evet hepimiz iPhonelarımıza yüklediğimiz Emojiler'le Whatsapp ve Instagram'da çığır açıyoruz. Sonra nostaljik olup Blackberry ile iPhone smileylerini karşılaştırıyoruz; 'ah ahhh, nerede o eski cağnım sımayliler?' diyoruz.

Bol bol fotoğraf çekip arkadaşlarımızı tagliyoruz. Böylece hem taglediğimiz arkadaşlarımızın fotoğrafı görme ihtimalini garantiye alıyor, hem de like sayımızı yükseltiyoruz.
-Senin fotoğrafını koydum Facebook'a (veya daha ciks olanlar için Face'e).
-Hani nerede? Tagledin mi? 
-Aa yok.
-Tamam dur ben tagliyorum, tagi kabul et.
65 yaşında ve Facebook'ta olmayan bir insan için hiçbir anlamı olmayan bir kelime bu. 'Ne yaptın evladım? Teg ne?' dese ne kadar yerinde bir soru olur değil mi? Hatta 10 yıl öncesinde biz de bu kelimenin varlığından haberdar değildik. Tag, yani Türkçe'de etiket anlamıına gelen bu kelime bizim için satın aldığımız herhangi bir şeyin etiketinden ibaretti.

Facebook'tan ilerleyecek olursak bir başka durak da poke!
Bu poke konusu aslında oldukça irite olduğum bir durum. Amaçsız bir eylem bence bu. Bir kere fiziksel anlamda da bir kişiyi poke edersen, yani dürtersen, bu flörtöz bir davranış biçimi olmaz.
Örnek, bir barda adamın teki gelip beni eliyle dürtse, 'naapıyosun be?' diye ters ters bakarım. Hiç çıkıp da 'ayyy beni dürttü kesin benim ilgimi pozitif bir yönde çekmek istiyor' diye düşünmem. Kimse düşünmez (I hope).
Neyse ne, herşeye rağmen böyle bir eylem epeydir mevcut. Elalem gelip seni Facebook'ta pokelayabiliyor. Benim asıl merak ettiğim, bu şekilde tanışan ve diyaloğa geçip çıkan birileri var mı? İşte bu benim için her daim bir bilinmez.

Bir diğer moda da shazamlemek. Bir şarkı çalıyor ve sen bilmiyor musun? HEMEN SHAZAMLE DOSTUM! Abi ne garip bir nesil olduk ya. Shazamle ne abi? Ne aptal bir kelime bu... İşin garip tarafı bunu hepimiz benimsedik, hepimiz otu boku shazamliyoruz. Bir de kimse kasıp da buna başka bir terim bulmaya çalışmıyor çünkü aşırı uzun bir cümle yerine geçiyor shazam: şarkıyı bilmiyorsan eğer telefonuna şarkıyı dinletip ne olduğunu öğrensene. Bunun yerine direk shazamlesene diyoruz ve bilmediğimiz şarkılarla kopuyor ve coşuyoruz.

Shazam'den girince hemen geniş şemsiyeye geçip application kelimesine değinmek istiyorum. Application is the shit maaaannnnnn! Bütün herşeyin babası işte bu meret. Adem ile Havva gibi. Eplikeyşın. Biz daha şarj diyemeyen bir milletiz ama eplikeyşınlar havalarda uçuşuyor.
'Abi tavla eplikeyşını var yüklesene.'
'Oğlum efsane bi eplikeyşın çıkmış, karın kasını ölçüyor.'
'Tatlım ben Hello Kitty eplikeyşınını yükledim çok eğlenceli bir şey hihihih...'
Yakında sevgili yerine geçen bir application çıkacak ve sosyalleşme derdinden komple kurtulmuş olacağız. Sonuçta yeter yani bu çektiğimiz çile. Biz hep teknolojik aletlerimizle olmak istiyoruz ama onlarla öpüşüp koklaşamadığımızdan illa harbici sosyalleşmeye geçmek durumunda kalıyorz... İnsanın asabını bozuyorlar, insana ağız tadıyla bir Candy Crush oynatmıyorlar.

TA-DAAAA!
THE HOLY CANDY CRUSH! 
Orada burada zengini fakiri, eğitimlisi eğitimsizi, genci yaşlısı herkesin ortak noktası: Candy Crush!
Geçen gün kuaförde saçıma bir şeyler yaptırıyorum ve bir yandan da Candy Crush oynuyorum. Kuaförün çırağı da tepemde dikilmiş kafama bir şeyler yapıyor. Meğer dangalak saçımla ilgileneceğine benim candylerimle ilgileniyormuş... (Bu da böyle deyince sapık bir şey gibi oldu amma velakin öyle değil, terbiyesizleşmeyin hemen) Bir anda dedi ki: hanfendi ben de oynuyorum 341. bölümdeyim kehkehkeh. Öncelikle bozuldum çünkü ben daha 100lerde bir yerdeyim ve yenilmeyi kabul eden bir yapıya sahip değilim. Ama onun ötesinde bir de şunu düşündüm: lan bu çocukta Allah bilir İngilizce falan hak getire. Ben buna şimdi sorsam, 'kardeş 341 iyiymiş de candy crush ne demek biliyo musun?', büyük ihtimal mal mal yüzüme bakacak. Bu beni çok derin bir mevzuya götürdü. Vatandaşların çoğu bu oyunun aslında Şeker Ezmece olduğunu bilmeden oynuyor. Öyle haybeye oynuyor. Bu kivi yiyorum diye avokado yemek gibi bir şey. 'Öyle yeşil yeşil yiyoz be hacı' gibi. Fakat gel gör ki çatır çatır geçmiş bölümlerini, alnının akıyla, saatini hop ileri hop geri alaraktan toplamış canlarını. (Candy Crush oynamayanlar ve doğal olarak bu yazdıklarımdan bir halt anlamayanlardan özür dilerim)

İşte ya bakın ne haller oldu bizlere. Nerede o güzel Türkçemiz?
Şaka bir yana, güzel Türkçemiz o kadar da umrumda değil ben zaten araya bol bol İngilizce sıkıştıran biriyim, ama harbiden ne garip konuşur olduk değil mi? Yani 'merhaba' dediğimiz kadar 'like' der olduk... Bakalım sonumuz nerelere varacak...

Hepinize bol tagli, aşırı mentionlı, abartılı likelı, candy crush'ta level atlamalı, shazamle coşmalı, application güncellemeli, oradan buradan pokelu, hashtagi eksik olmayan günler dilerim efendim!

11 Aralık 2013 Çarşamba

Manasız sorular

Hepimizin hayatında anası, babası, bacısı vesairesi tarafından sorulan manasız, cevabı zaten halihazırda belli olan sorular vardır. Genelde bu sorular ev ahalisi tarafından dile getirilir. Ama bazı bazı evdekilerin oradan buradan arkadaşları, ofis ortamındaki insanlar falan filan gibi insanlardan da gelebilir.
Şimdi gelin size açayım bunları:

Vaka 1: Uyandın mı?
Genelde anne tarafından sorulan oldukça lüzumsuz bir sorudur. Soru sizi egzistansiyalizmin doruklarına çıkarabilir. Bu soru siz yataktan kalktıktan ve annenizle birebir göz teması kurduktan sonra gelir genelde. Yani anneniz sizin OBVIOUSLY kalktığınızı görmektedir. Ama işte laf olsun torba dolsun, angutluk olsun, bomboşluk olsun falan diye yine de sorar bu soruyu.

-Aa uyandın mı? (sesinde, sizin uyanmayacağınıza yüzde yüz inanmışlık sezilir)
-Yoo hala uyuyorum görmüyor musun? (verilmesi gereken cevaptır, ama onun yerine mal mal 'evet' denir)

Burada insan neye üzüleceğini şaşırır. Bu kadar mal bir soruyu bıkmadan usanmadan her defasında sorabilen bir annesi olduğuna mı, 'lan ya ilerde ben de böyle mala bağlarsam' ihtimaline mi, yoksa yıllardır hala 'anne kafan mı iyi tabi ki uyandım görmüyor musun?' diyemediğine mi? Hangi birine üzülsek nafile...


Vaka 2: Evde misin?
Bu en çok aşağıda sıralayacağım 3 ayrı şekilde gözlemlenecebilecek bir zeka testidir.

ev telefonu çalar ve çocuk telefonu açar
ÇOCUK: Alo.
ANNE: Merhaba canım evde misin?
ÇOCUK: Evet anne.
Halbuki verilmesi gereken cevap şudur: Yoo anne ben sesimi kaydediyorum telefona; çaldığında ben açıyormuşum gibi oluyor.

kapı çalar ve evin küçüğü olan kişi kapıyı açar
ANNE/BABA/DEDE/ANNEANNE VS: Ah canım evde misin sen?
ÇOCUK:...
Verilmesi gereken cevap: Hayır aslında bunların hepsi birer ilüzyon.

yine kapı çalar ve evdeki insan otomatiğe direk basmak yerine aşağıdakiyle konuşmaya yarayan 'kapı' tuşuna basar.
EVDEKİ İNSAN: (tuşa basılı tutaraktan) Kim o?
AŞAĞIDA BEKLEYEN ŞAHIS: Canım, benim Ayşe. Evde misin?
EVDEKİ İNSAN: Evet canım.
Asıl cevap şu olmalı: Tabi ki hayır sen gaipten sesler duyuyorsun sanırım...


Vaka 3: Rahatsız etmiyorum inşallah.
Genelde ofiste veya resmi bir ortamda geçen bu cümle görüldüğü üzere aslında bir soru cümlesi değildir. Ancak bizim halkımız bunu 'şimdi bir soru soruyormuşçasına davranacağım' ses tonuyla söylemeyi yeğler.

Mesela,
Tık tık (kapı çalınır)
-Buyrun.
-Merhaba Ahmet Bey. Rahatsız etmiyorum inşallah? (o sinir bozucu 'ben masumum' tonlaması')
-Yok yok buyrun.

LAN MAL! Ne desin adamcağız? 'Ebenin amı tabi ki ediyorsun bir email yazıyordum içine ettin' mi desin? Kapı kapalı olduğuna göre demek ki bir işle uğraşıyor adamcağız. Bu aptal cümleyi kurmak yerine direk 'rahatsız ettiğim için özür dilerim...' diye başlayan cümleyi kursan mesela? Hı? Onu geçtim 'inşallah' ne ya? İnşallahı maşallahı mı var bunun? Bir kere konsantrasyonunu bölmüşsün! 'Hmm bakalım ya inşallah etmiyorsundur' dese ne yapacaksın? Ehi ehi ehi diye mal mal güleceksin.
Bir de genelde bu sorular rahatsız edecek olan bir durumla bağlantılı olur. Yani kişi o kalıbı duyduğu anda bilir ki rahatsız olacak. Mesela o cümleden sonra kimse şimdiye kadar şöyle bir cümle duymamıştır: 'Rahatsız etmiyorum inşallah? Sebebi ziyaretim size 50 milyon dolar kazandığınızı haber vermekti!' Adama böyle bir haberle gelmeyeceksen, email at, mesaj çek yahut cidden rahatsız olmayacağı bir anda sor soruyu. Yoksa maşallah baya baya rahatsız etmiş olursun.

Vaka 4: Aaa sen ne kadar büyümüşsün?!
Bu da aslında bir sorudan çok, aşırı çok şaşırma, 'hassiktir ya çok yaşlandım' paniği yaşama cümlesidir. Bu soru/şaşırma karşısında çocuk hep çaresiz kalır ve 'ehe ehe ehe yaa evet hehehe' tarzı IQ düşüklükleri yaşar. Çocuk da ne yapsın tabi bu durumda? Elalemin tanımadığı amcası/yengesi gelmiş abuk subuk şeyler diyor.

Ama aslında buna çocuktan çocuğa göre değişen türlü türlü cevaplar verilebilir. Mesela;
Göt eden çocuk: Bilmem ki siz ne kadar büyüdüyseniz ben de o kadar heralde.
Sayısal çocuk: Tam tamına 6 yaş, 65 cm ve 12 kilo kadar büyüdüm teyzecim.
Geveze çocuk: Ah amcacım/yengecim ne de güzel dediniz siz öyle! Ben de son son kendi kendime oturmuş bunu düşünüyordum. Ne kadar çabuk büyüdüm, serpildim değil mi? Halbuki siz beni son gördüğünüzde büyük ihtimalle daha küçücüktüm...
Cesur çocuk: Valla onu ben değil de siz bileceksiniz heralde. En son ne zaman görüşmüştük?
Utangaç çocuk: Hihihihi çok sağolun hihihihih evet büyüdüm biraz hiihihih...
Felsefik çocuk: Önemli olan büyümek değil, yaşamak... Böyle sikko çocuk olmaz gerçi bu zorlama oldu, kesiyorum burada.

Vaka 5: Beni hatırladın mı (evladım)?
Bu vaka 4 ile ilintili olarak gelen bir diğer bombastik sorudur. Ve bu harbi harbi bir sorudur. Yani bunu soran kişi bütün benliğiyle bu soruya bir cevap ister; hatırlandığını duymak, çocuğun gözlerinde 'yaaav tabi ki hatırladım, 8 yıl önce bizim eve kahve içmeye gelmiştin sen cağnım amcacım' parıltısını görmek ister. Ama tabi ki hatırlanmaz. Çocuk boş boş bakar, utanır, anasına babasına yardım isteyen bakışlar fırlatır. Ama anne-baba ne yapar? Anne-baba da embesil olduklarından 'aaa Kaan, Cemil Amca'nı hatırlamadın mı? Hani kızı var, Lale?' gibi asla yardımcı olmayan cümleler kurarlar. Yahu çocuk Lale'yi nereden hatırlasın? Sanki Lale eski manitası. Çocuk zaten 9 yaşında. 8 yıl öncesi hakkında en ufak bir fikri bile yok. O zamanlarda yaşananlar harddiske atılmamış, uçmuş gitmiş.

Asıl rezaletin büyüğü bana bu sorunun hala soruluyor olması. Kazık kadar kızım. Zaten tanısam gelip öperim. Yanından geçip gittiğime veya 'merhaba, sizi hiç tanımıyorum' anlamına gelen el tokalaşmaya yöneldiğime göre, demek ki seni hatırlamıyorum kardeşim. Yahu ben lisede bizim dönemdeki insanların bile hepsini tanımıyordum. Ki biz 140 kişi falandık. Anamın babamın toplamda bunun 10 katı edecek kadar arkadaşı var (evet sosyal bir aileyiz). Hangi birini aklımda tutayım? Hem onu da geçtim, hatırlamadığıma göre son 5 yılda hiç görmemişim bu insanı. Ve büyük ihtimalle bundan sonraki 5 yıl boyunca da görmeyeceğim. Yani demek ki bu şahıs annemlerin paso görüşmek istediği birisi değil veya denk gelmiyor veya 'bana ne' olan bir başka sebepten ötürü hayatımızda yok. Bu durumda bu insanı hatırlasam nooluuuur hatırlamasam noolur? Hayatıma hiçbir getirisi götürüsü yok. Ben de hatırlamamayı seçiyorum. Ama ancak yaş 20leri geçince insanda 'yok hatırlayamadım' demek için yeterli göt oluyor. Ayıpsa da ayıp ne yapalım? Beyin benim ayıp benim!