28 Ocak 2015 Çarşamba

Üşümemek ne zaman COOL oldu?

Beni tanıyanlar bilir: ben çok ama ÇOK üşürüm. Olayım bu yani.
Ellerim ve ayaklarım sürekli olarak soğuktur ve ben buna alışmış olsam da, insanlar için bu zaman zaman garip bir süpriz haline geliyor. (Hayır, elaleme elimi ayağımı tutturmuyorum.) Diğer insanları geçtim, annem bile hala "Aaa elin çok soğuk, üşüyor musun?" diyor. Yahu ana, beni sen doğurdun. Yuh artık ya!

Anlayacağınız içimdeki termostat bozuk. Ya çok üşüyorum ya da çok ısınıyorum. Arası asla yok… Bu çok can sıkıcı bi hale geliyor. Ben de diğer normal insanlar gibi ortalama derecede üşüyüp ısınmak istiyorum.
Mesela kışın sokakta yürürken ÖLEECEEEEMMMM, PARMAKLARIM DÜŞEEECEEEKKK falan diye bağırmak istemiyorum. Veya yazları oturduğum yerde I'M MELTIIINNNNGGGG diye çığlıklar atmak istemiyorum. Hissettiklerim çok ciddi anlamda bunlar oluyor. Biliyorum herkes arada sırada böyle hissediyor. Ama ben sürekli olarak böyle hissediyorum. SÜREKLİ.
Sanırım mutlu olduğum tek bir derece var: 27. 28, no. 26, yine no.

Evet, üşüme ve ısınma problemimden oldukça bahsettim size.
Ayrıca, eski yazılarımdan KBB (Kahrolsun Böyle Bademcikler)'de de (http://hindistandasanatapiyorlarmis.blogspot.com.tr/2013/04/kbb-kahrolsun-boyle-bademcikler.html) belirttiğim gibi çok hassas bademciklerim var. Yani ışık hızında hasta olabiliyorum.

Havaların oldukça soğuk olduğu bu günlerde, benim gibi çok üşeyen şahısların az sonra bir rokete binip uzaya fırlatılacakmış gibi giyindiğini görüyorsunuzdur. Aslında sadece benim gibiler değil, genel olarak homosapiens olarak adlandırdığımız tür böyle dolaşıyor. Niye? Çünkü hava bok gibi soğuk da ondan. Mantıklı yapılabilecek tek şey kalın kalın bolca şey giyinmek.
Şimdi bütün insanlar böyle gezerken, arada kendini aşırı havalı zanneden birtakım zibidiler var. Kar yağdığı günler deri ceketle sokağa çıkanlar, lodoslu 2 derecelik havada hırkayla köpek gezdirenler, hava eksi derecelere indiğinde paltosunun önü açık gezenler veya göbeği açıkta bırakan bir üstle sokaklarda salınanlar…
Amerikalılar'ın bir lafı vardır, bildin mi? FUCK YOU! İnsan olun lan biraz, insan!

Bu konuya ilk ciddi ciddi Amerika'dayken takmıştım kafayı. Ben Providence'ta okudum. Kendileri Boston'ın biraz daha güneyinde kalan bir şehir. Jeopolitik konum olarak da 'soğuktan bokunuz donacak' bölgesine giriyor. Orada kışın (yani Ekim'de başlayıp Nisan'da biten kendini bilmez mevsim), -20'lere falan iniyordu hava. O kadar ki, ben bile Christmas tatilinde İstanbul'a geldiğimde "Öff burası ne sıcak be" falan gibi havalı laflar sarfetmiştim.
Kışın ben "tesettür ne kadar da mantıklı bir şey ya" falan gibi düşüncelerle savrulurken, 'Friday is Party Daaay' mottosuyla kafayı bozmuş üniversiteli kızlar cıbıl cıbıl bacaklar, mini elbise ve deri ceketle sokaklara atıyorlardı kendilerini.
Nasıl kardeşim nasıl? Ateistler ve bilim adamları bir araya gelseler bile çözemezler bunu.
Yani vücut ısını yükseltmek için kaç galon alkol tüketmiş olabilirsin ki? Bir de o paçozlar sikko ucuz Amerikan biralarından başka şey çok nadir içerlerdi. Ondan aldığın alkol bırak seni çetin kış soğuğundan korumayı, lavaboda akan soğuk sudan bile korumaz.
Velhasıl, bu konuya o zamandan beri takığım.

Evet kıskanıyor da olabilirim.
Ama kar yağdığı esnada çorapsız sokaklara çıkan kadınlar, hassiktirin affedersiniz. O ne ya? Siz sistit manyağı mısınız? Evde battaniye eşliğinde yumuk yumuk olmuş bir vaziyette bile sizin o halinizi görsem içim ürperir. Bu ne kendini bilmezlik ulan? Gerçekten içerliyorum. Ben vücut ısımı korumak için elimden geleni ardıma koymazken, kat kat giyinmede dünya rekorları kırarken, birkaç akıl sağlığı bozuk şahıs GİYİNMEMEYİ tercih ediyor! How dare you?!

Hadi erkeklerin şöyle bir excuse'u oluyor: derimiz kadınlarınkinden daha kalın. Erkekler üşümez! Veya daha da maçosu, erkek ADAM üşümez! Peki erkek adamın üstünde kürkten bir katman mı vardır? Veya erkek adam o halde hiç ama hiç hasta olmaz mıdır? Belki de erkek adam götünden element uydurmaktadır? Yahu kardeşim tamam sen daha SICAKkanlı olabilirsin ama -5 derecede hırkayla gezmeye mantıklı bir açıklama sunamazsın. İstersen alnında TESTORTERON yazan bir LED ekran yanıp sönsün, yine de bunu yapamazsın!

Bazıları da moda için yapıyor bunu. Hatta bence çoğu bu yüzden yapıyor… Dergilerde veya ünlü markaların katalog çekimlerinde gördüğü tarzları kendi yaşamına yansıtmaya çalışan mallar bunlar. Well here's the news darlingos: hayat bir moda sahnesi değil. Hayat bazen yanından geçen arabanın üstüne su sıçratma ihtimali, "oğlum burnumu hissetmiyorum lan!" feryadı, veya bazı bazı da rüzgardan ağzınla burnunun yer değiştirmesi… Hayat üşümemeyi cool sanmak değil! Nasıl ki insanlara "Wow senin de mi kürek kemiğin var? Çok cool!" demiyorsak, üşümeyen insana da "Vayy be bu ne hava, bu ne sükse!" demiyoruz.

Giyinin çocuklar.
Zibidi gibi gezinmeyin kışın ortasında. Mevsimleri artık benimseyin ve dolaplarınızda kış mevsimine de yer verin.
Soğuktan kızarmış burunlarınızdan öperim.


19 Ocak 2015 Pazartesi

Hrant

Ben Hrant'ın öldürüldüğü günü çok net hatırlıyorum.
O günün tümünü değil ama, o haberi aldığım anı.
Nişantaşı'ndaydım. Portfolyomu hazırlamak için gittiğim Deniz Abla ve Dara Abi (nur içinde yat)'nin atölyesindeydim. Çok sevdiğim bir arkadaşım aradı (Seren).

"Hrant'ı vurmuşlar!"

Bazen böyle bloke olur ve duyamazsın ya. "Ne?" deyiverirsin sadece.

"Ne?"
"Hrant'ı vurmuşlar. Agos'un önünde. Hrant Dink'i vurmuşlar."

O esnada herkes şen şakrak geyik yapmakla meşguldü atölyenin içinde. Etrafta kağıtlarımız ve boyalarımız vardı. Bir kısmımız sigara odasındaydı. Bir kısmımız sohbet ediyordu. Dara Abi belki birilerinin çizimine yardım ediyordu. Deniz Abla da birkaç kişiyle portfolyosu ve başvuracağı okullar hakkında konuşuyordu.

Oturdum. Bir sandalyeye çöktüm daha doğrusu.

"Ne?!"

Birkaç kişi başıma toplandı. Bağırmıştım sanırım, tam hatırlamıyorum.

"Nasıl ya, nasıl vurulmuş?"

Sonrasını hatırlamıyorum. Sonrası çok garipti. Annem aradı, anneannem aradı. Eve nasıl döneceğimi konuştuk. Anneannem çok panikti. Ona evden çıkmamasını söyledim. Böyle bir soru işaretine dönüşür ya bazen bütün benliğin... Tam olarak öyleydim.

...

Bugün 8. yıl. 8 koskoca yıl oldu. Hak ve hukuk nerede, hala bilinmiyor.
Bilinmiyor mu? Gerçekten artık sıkılmadık mı? Çok manasız değil mi hala bütün bunlar?
Bir sürü insan yürüdü bugün Agos'a. Bir sürü insanın yürüdüğünü bilmek için gazeteleri okumamıza gerek yok, biliyoruz yürüyeceklerini.

"19 Ocak'ta ne olmuştu?"

Ha Ahparig, ne olmuştu?

Ah be Ahparig, seni arkandan vurmuşlardı 19 Ocak'ta.
Biz de hala ölünün arkasından yürüyoruz. Yürüyoruz yürümesine de, her seferinde ayağımız senin ölü yatan bedenine takılıyor. Bir türlü kalkmadın sen o kaldırımdan. Bir türlü kaldıramadılar seni oradan.
Daha da kaldıramayacaklar, belli...

Ama durun.
Neler oldu biliyor musunuz?
Ahparig, sen neyi başardın biliyor musun?

Konuşuyoruz artık. Hiç olmazsa konuşuyoruz.
Ne kadar üzücü değil mi? Koskoca yüz yıl geçmiş ve bizim gelebildiğimiz nokta bu: artık evlerde fısıldayarak değil de, sokakta bağırarak konuşuyoruz.
Ama bu konuşma çok sıkmadı mı hepimizi? Konuş konuş nereye kadar? Uzlaşma olmayacak mı? Biz böyle daha sittin sene konuşacak mıyız?

Bence öyle.
Çünkü mantalite aynı. Ne kadar insan yürürse yürüsün, o mantalite hala aynı.

Barışçıl değil asla. Suçlayıcı.
Anlayışlı değil. Reddedici. Aşağılayıcı.
Eğitimli değil. Cahil, korkak ve yine, suçlayıcı.

"Ben inanmıyorum." Bunu kaç kişiden duydum kim bilir.
Bu Allah değil ki inanmayasın. Yaşanmış geçmiş, kanıtlarıyla var olan ve yine o kanıtların yok edilmesiyle karartılan geçmiş soyut bir kavram değil ki.
"Olmamıştır."
Peki. Delili olan şey nasıl olmamıştır? Benim ailem dahil, birçok tanıdığım Ermeni ailenin bire bir tanık olduğu şey nasıl olmamıştır?

Tekrar 19 Ocak'a dönelim.
Bir adam öldü. Bir adam öldürüldü.
Hikayeyi açalım.
Bir Ermeni asıllı Türk adam öldürüldü.
Bildiklerini söylemekten çekinmeyen bir Ermeni asıllı Türk vatandaşı öldürüldü.
Bir gazeteci öldürüldü.

E nooldu?
Hiçbir şey. Ve ona paralel olarak da çok şey.
Katil bulundu, adı manşet manşet yazdı. Yakalanmadı. Suçlular tek tek sayıldı, devlet kafasını öte yana çevirdi, bakmadı, görmek istemedi. Daha da kötüsü, baktı ve hiçbir şey yapmadı.

Bir yandan da çok şey oldu. Konuşuldu. İnsanlar konuşmaya başladı.
"Biz de burdayız. Biz de varız ve biz de sizinleyiz" denildi.
"Yalnız değilsiniz" denildi. Özür dilendi.
O özür, evet belki çok küçük bir topluluktan yükselen cılız bir ses gibi kaldı, ama Ermeniler için bin çığlığa bedel oldu.

Yeter mi? Hayır.
Hrant'ın kanı hala yerde mi? Evet.

Sıkılmadınız mı?
Gerçekten hala sıkılmadınız mı?


17 Ocak 2015 Cumartesi

Tahammül edemiyorum!

Tahammül edemiyorum!
Toplum içi hayvanoğlu hayvan davranışlara tahammül edemiyorum!

Bu uzun süredir içimde biriktirdiğim bir konuydu. Eğer toplu taşıma kullanıyorsanız veya en azından şehirde yaşayan ve asosyal asosyal evde oturmayan biriyseniz siz de birazdan sayacaklarımla empati kuracaksanız.

1) Otobüste, minibüste veya dolmuşta bacağını açarak oturan erkek cinsi

Özellikle dolmuş gibi her koltukta kaç kişi oturacağı belli olan vasıtalarda bacağını açıp oturan erkekler… Bu neyin egosudur yahu?! Bu heriflerin yüzde binbeşyüz kompleksli olduklarına inanıyorum. Sanki iki tane karpuz taşıyor bacaklarının arasında, yayıldıkça yayılıyor. Yanındaki insanlar iyice eciş bücüş oluyor, kadınlar bacak bacak üstüne atıp kapladıkları alanı daha da daraltma yoluna gidiyor. Aşırı gıcık olduğum bir olay bu. Zaten trafik var ve dolmuş şoförü aracını rollercoaster gibi sürmekte ısrar ediyor. Bir de bu sıkışıklık ve denge oyununda bu adamın 'junk'ının rahatlığına özen göstermek zorunda kalıyoruz. Yanındaki insanlara karşı zerre kadar düşünceli olamayan bu egoistleri toplu taşımadan men etmek için anket falan başlatabilirim.
Eyyyy bacak açma rekortmeni adam! Madem bu kadar taşaklarını -literally- yaymak istiyorsun, o zaman git taksi kullan. Orda istersen kırk yıllık balerinle taş çıkartacak kadar açabilirsin bacaklarını.


2) Toplu taşımada aşırı yüksek sesle konuşan insan(lar)

Bu tür denyolar bazı bazı tekil (telefonla konuşanlar), genel olarak da grup halinde geliyorlar (kendi kendine yüksek sesle konuşanları deli kategorisine alıyoruz ve onlara zaten yazık).

Mesela otobüstesin ve uyumaya çalışıyorsun. Çünkü otobüs yolculuğu çoğunlukla uzun sürer ve insanlar gözlerini kapatıp sessiz sessiz oturmak isterler. Ama bazı bazı bir grup densiz de bu toplu taşıma serüvenine katılır. Bu güruh birkaç kişiden oluşur ve toplu sohbet ayinlerini otobüste yapmak için can atmaktadırlar. NİYE?! Tanrım gerçekten niye? Bütün lüzumsuz meseleleri konuşurlar. Hatta kimsenin duymaması gereken özel şeyleri bile konuşurlar.
Ben konuşmaya karşı değilim bu arada. Haşa! Benim kadar çok konuşan birinin konuşmayı tasvip etmemesi dev bir ironi olurdu zaten. Ama ve fakat, ilkokulda öğretmenlerimizin dediği gibi, 'küçük' sesle konuşma taraftarıyım. Birkaç kişilik bir grupsan ve illa da sohbet etmek istiyorsan, o zaman alçak sesle konuş.
Sonra nooluyor? İnsanlar ters ters bakmaya başlıyor, müzik dinleyenler ipodlarının sesinin yükseltiyorlar, yaşlılar 'evladım böyle olmaz ama biraz sessiz, aaa' falan gibi haklı çıkışlarda bulunuyor.

Bir de telefonda konuşan tipler var. Hemen geçen gün birebir tanık olduğum bir olayı anlatmak istiyorum. İşten çıkıp otobüse bindim ve mutlu ve huzurlu bir şekilde eve gidiyordum. Benden iki durak sonra yaşlıcanak bir hanım bindi. Zaten biner binmez problemli bir tip olduğunu farkettim. Öncelikle yanına oturmak isteyen adama diğer koltuğa oturmasını çünkü dizinde problem olduğunu ve bıdı da bıdısını anlattı. Zavallı adam sorduğuna soracağına bin pişman oldu. Ondan sonra bir telefon konuşmasına daldı. Ama ne! Telefon konuşması takribi 40 dakika sürdü. Kadının sesi borazan gibi. Konuştukları ise gerçekten özel meseleler. Kadının bütün yakın sülalesi hakkında otobüs ahalisi olarak detaylı bilgiye sahip olduk. Konuşmanın ortalarına doğru yaşlı bi hanımefendi sitem dolu söylemlerde bulunmaya başladı. 'Bence bu çok çirkin bir davranış. Biz mecbur muyuz dinlemeye?! Hala da konuşuyor maşallah! Cık cık… İnsanlar gerçekten artık edep bilmez oldular' vs gibi şeyler dedi de dedi. Diğer yaşlılar da durur mu? Hemen onlar da giydirmeye başladılar. 'Tabi ya ne kadar ayıp!' 'Bindiğinden beri konuşuyor' 'Gitsin evinde konuşsun efendim biz niye dinliyoruz?' falan filan. Allaaaaah! Bu sefer bir kakafoni aldı başını gitti. Bu iki safın arasında kalan bendeniz ise bir sağa bir sola tenis maçı izler gibi kafamı çevirir oldum. En sonunda pes ettim ve ipod kulaklıklarımı takıp bari bir şarkıcının sesini dinleyeyim dedim.


3) Toplu taşımada AŞIRI yüksek sesle müzik dinleyenler grubu

Öncelikle bu insanların kulak zarlarına Allah'tan rahmet diliyor ve hepinizi bir dakikalık saygı duruşuna davet ediyorum…


Evet. Lütfen biri bana şunu açıklasın: Bütün aracın şarkı sözlerini dahi oldukça net bir biçimde duyabileceği seviyede müzik dinleyen insanlar hala nasıl duyma kabiliyetlerini kaybetmediler? Bu insanlar süper güçlere mi sahipler? Benim şahsen kulaklarım böyle bir seste oldukça acı çekiyor. O insanlar benden daha mı üstün doğdular? Benim kulaklarım çok mu hassas? Veya bu insanların 30 yaşında sağır kalmakla ilgili herhangi bir problemi yok mu? Anlamıyorum. Nasıl oluyor da bu insanlar sağır olmuyorlar?
Müzik dinlemenin bokunu çıkaran bu kişilerin kişisel sağlıkları hakkında endişelerimi paylaştığıma göre, şimdi onlara ne kadar gıcık olduğumu da anlatabilirim. Biraz empati istiyorum. Bu kadar bireysel düşünmemek gerektiğini düşünüyorum. Ben mecbur muyum senin dinlediğin müziği dinlemeye? Veya senin müziğini bloke edebilmek için kendi ipodumu takmaya mecbur muyum? Belki ben müzik dinlemek istemiyorum. Bunu düşünemiyor musun sevgili hıyar insan? Bir de bunların çoğu iğrenç cıstak cıstak müzikler veya boktan Türkçe pop şarkıları dinlerler. Birkaç sefer metal müziğe de denk gelmiştim ki o insanı allah korudu yoksa ben biraz daha bu işkenceye maruz kalsaydım Hulk'a dönüşüp çocuğu gebertecektim.
Yapmayın. Bunları okuyanlar arasında böyle müzik dinleyen varsa hemen utansın istiyorum. Sizleri kınıyorum ve bu konuda tek değilim.


4) Sokakta sesli bir biçimde balgam atan O İĞRENÇ ADAMLAR

Bu insanlara direk bela okuyacağım. Bu yazı boyunca en nefret ettiklerim bunlar. O yüzden bunları sona sakladım.

Nasıl bir paçozluk, nasıl bir iğrençliktir bu?! Ben senin solunum yolu defolarına tanık olmaya mecbur muyum?! Her seferinde öğüresim geliyor. Şimşek gibi adeta. Önce sesi geliyor, sonra görüntüsü. Midem bulanıyor bu insan müsvettesi yaratıkları gördüğümde. Medeniyetten zerre nasiplenememiş görgüsüz dalyaraklar! İnşallah balgamınız boğazınızda kalır da boğulursunuz!

Tamam nefret kusma ayinim sona erdi. Bu konuda eminim ki herkes ama herkes benimle hemfikir. Yolda yürürken karşılaşabileceğiniz en iğrenç şeylerden biri kesinlikle bu. Bu adamlar niyeyse ortalıkta bir seyirci gördüklerinde bu aktiviteyi uygulamaya karar verirler. Adeta gurur duyarmışçasına. 'Bak ne kadar balgam üreten bir vücudum var.' dermişçesine…
Mesela şöyle yapmak istiyorum. Böyle bir denyo yanımdan geçerken balgam atınca o anda gidip üstüne kusmak istiyorum. Acaba nasıl tepki verir? Benim onun balgamına asıl vermek istediğim tepki kusmak çünkü. Hayır, acaba bunun çok havalı ve erkeksi mi olduğunu düşünüyor? Veya etrafındakiler kınayan ve iğrenen bakışlar yiyince bu onu mutlu mu ediyor? Teşhirciler gibi. 'Yaşasın benden iğrendiler! Artık çok mutluyum!' Nasıl anlamsız bir psikoloji bu böyle?

Çöpçü amcalar. Bu insanları gördüğünüzde lütfen onları da süpürün veya çöp arabalarına atın. İnanın sokaklarımız için inanılmaz büyük bir jestte bulunmuş olursunuz. xoxo


Evet ladies and gentlemen…
Bu liste aslında daha da uzayabilir. Ama uzun uzun elekten geçirdim ve üstte kalanlar bu dördü oldu.
Böyle insanları toplumdan men edelim.

Sorun yaratan ve tahammül sınırlarımızı zorlayan bu şahıslar için kampanyalar başlatılsın, Taksim'de yürüyüşler düzenlensin, ne yapacağını bilemeyen devlet TOMAlarla saldırsın. Hadi canlarım, saldırın!


12 Ocak 2015 Pazartesi

Düğün Çılgınlığı

Son birkaç yılda neredeyse bütün kuzenlerim evlendi! Onun yanı sıra birkaç arkadaşım da evliler kervanına katıldı.
Burada çıkıp da 'Tanrım evlilik ne kadar kutsal bir şey! Adeta bir mucize!' falan gibi şeyler yazıp aşırı bayıklaşmayacağım. Evlenmeye karar veren herkes için çok mutluyum ve tabi ki umarım çok ama çok mutlu ve huzurlu olurlar. 
That said, ben düğünlerde evlenen çift dışında kalan insanların başına gelenler hakkında bir yazı yazmak istiyorum. 

Erkekler için tabi ki çok daha basit oluyor birçok şey. Onların kuaför dertleri yok. Yıkanıp saçlarını taramaları ve mümkünse evsizlere benzememeleri en önemli kural. 
Onun dışında kardeşleri veya çok çok yakın bir akrabaları evlenmiyorsa, aynı takımı birkaç kez üst üste giyebilirler. Kimse, eğer bir fashion araştırması yapmıyorsa ve bunun getirisi olarak ruh hastası değilse, 'Canım bu geçen düğünde giyindiğin siyah takım değil mi?' diye sormayacaktır. Değişik bir kravat bütün sorunların cevabı olacaktır. Çünkü erkekler arasında pişti olmak gibi bir dert asla yok. Neredeyse bütün erkeklerin siyah takım elbise giyindiklerini varsayarsak, zaten pişti olmak onların olayı gibi bir şey. Eğer bir moda gurusu veya takım elbise hayranı değillerse, pişti olmak hakkında hissetikleri endişe, bir kaktüsün tansiyon ilaçlarını almayı unuttuğundaki endişesiyle eş değer olabilir. 

Kadınlarda ise durum tamamen erkeklerinkiyle taban tabana zıt…
Bir BAYAN olarak bu benim de önemsediğim bir konu.

Şimdi burada biraz detaya gireceğim.
Size 3 çeşit düğün ve bu düğünlerde kadınların yaptıklarını yazacağım. Sponsored by husbands and fathers. Amin.

1) Türk düğünleri

Türk düğünlerini genellememiz gerekirse, nikah töreni ve sonrasında ailelerin bütçesine göre değişiklik gösteren bir kutlama partisi olarak ele alabiliriz. 
Nikah töreni bir evlendirme dairesinde olabilir. İnsanlar buraya çeşitli kılıklarda gelebilirler. Kot pantolonla bile gelebilirler mesela. 
Ben buna ilk defa tanık olduğumda şok geçirmiştim. Çünkü düğünle ilgili herhangi bir olaya kot pantolonla gitmek Türkiye'de yaşayan Ermeniler için kocaman bir NO-NO'dur. Bunu sonraki maddede ele alacağım. 
Çoğunlukla above-average bir kılık kıyafet pekala uygun ve mübahdır. Bu tür düğünlerde kadınların kuaföre gitmeleri de şart değildir. Paspal bir görüntü sergilemedikçe kuaför bu gibi düğünlerde jest bile sayılabilir.

Peki ya şık ve pahalı olanlarda?
İşte o zaman ortalık bir sirk alanına dönüşebilir.
Seçilen tuvalet çok önemli, pişti olmamak ise en elzem meseledir. Mesela ben kuzenimin düğününde pişti olmuştum ve gecenin sonunda pişti olduğum kızla pistin ortasında dansedip, fotoğraflar çektirip durumun komikliğine gülmüştük. 
Ama ve fakat, pişti olunca yıkılan kadınlar da var. 
Hele bir de düğün sahibinin annesi, kız kardeşi falansanız, o zaman çok da eğlenceli olmayabilir bu durum. Hayvan gibi para harcadığınız elbiseyi başkasının üstünde görmek pek hoş olmasa gerek. Hele bir de o elbise pişti olduğunuz kadına daha çok yakışmışsa… Trajedi, dram, entrika…


2) Türkiye'deki gayrimüslim düğünleri

Bunun için gördüğünüz üzere bambaşka bir kategori açtım. 
Niye? 
Çünkü bizler, yani Türkiye gayrimüslimleri, çılgın insanlarız. Dümdüz deli olduğumuzu düşüyorum ben.
Bizim düğünlerimiz, bazılarınızın bildiği üzere, sabahtan başlayıp geceryarılarını kadar sürer. Çünkü ilk olarak kilise veya sinagog düğünü vardır. Gayrimüslimler için dini nikah daha önemlidir. Resmi nikahı küçük bir güruhla daha sessiz sedasız yapabiliriz. Ama dini nikahı… ASLA! Mümkün olduğunca şaşalı olmalıdır herşey! 
Bunu herhangi bir gayrimüslim düğününe gidecek müslüman arkadaşlarım için bir memo olarak da yazıyorum aslında. Sabah katılınacak dini tören bütün tantanasıyla 2 saat kadar sürer. Evlenen çiftin çok yakını olan kadınlar kafalarına hoş şapkalar takarlar. Herkes oldukça şık gelir bu törenlere. Yani öyle kotla falan gidemezsiniz. Erkekler takım elbise giyerler ve kadınlar da mutlaka ÇOK AÇIK OLMAYACAK ŞEKİLDE, mümkünse dize kadar ve kolları açıkta bırakmayacak bir elbise veya etek-üst-ceket giyinmelidir. Mini elbiseler kilise ve sinagoglara uygun değildir. Don't do that. Kadınların kınayan, 'seni gidi yol yordam bilmeyen paçoz' bakışlarını hemen üstünüzde hissedersiniz.
Saçlar en kötüsünden bir kuaför fönü görmüş olmalıdır. Sabah kalktım, taradım, geldim stayla bize uymaz. 

Gel gelelim akşamki tantanaya.
Size hemen en son gittiğim düğünden örnekler vermek istiyorum.
Ortalık bir haute couture showuna dönüşür. Saçlar, makyajlar, elbiseler, takılar, portföyler… Herkes ve herşey çok şık ve çok sofistike olmalıdır. İnsanlar birbirlerini 'yuh ulan, biraz daha öküz gibi bakmak ister misin!?' dedirtecek kadar fazla süzerler. Genç ve bekar kızlar daha 'yaşlı' tayfanın 'bu bize uyar mı acaba?' bakışlarına maruz kalırlar ve o yüzden herkesin ayık ve ayakta olduğu kokteyl bölümünde kızlarımız zariflik yarışına girerler. 
Kimse -ehem- orospu gibi fazla açık saçık giyinmek istemez çünkü mutlaka yaşlılardan cık-cık bakışları yerler. İnanılmaz göğüs dekolteleri veya göbeğe kadar çıkan bacak yırtmaçları anında 50-yaş-üstündeyim-ve-seni-izliyorum güruhunun radarına takılır. 
Kısacası tesadüflere ve son dakika süprizlerine izin vermemek gerekir. 

Erkekler ise bu durumu çoğunlukla anlamazlar. Onlar için elbiselere harcanan paralar absürddür ve niye her düğün için yeni bir elbise alındığını anlamamakta ısrarcıdırlar. Onların genellikle aynı şeyleri giyindiklerini göz önünde bulundurunca kadın tayfasının patırtısı tabi ki çok manasız oluyor. Benim babamla aramdaki şu diyaloğu örnek alabiliriz:

-Niye geçen sefer giydiğin elbiseyi giyinmiyorsun ki?
+Çünkü onu Ayşe, Merve ve Fatma gördü. Ayrıca o düğündeki gelin de bu düğüne davetli.
-Yani?
+Yani olmaz…
-Niye? Kime ne?
+Üff olmaz işte baba…
-Senin düğünün değil ki, noolacak?
+…

Bir erkeğe bunu açıklamak evdeki masa örtüsüyle iletişime geçmekle aynı şey olabilir.

Saç-baş ise apayrı bir olaydır. Her elbiseye her saç gitmez. Makyaj, apayrı bir dert... Bütün bu tantana yanyana konulunca inanılmaz paralar havalara uçabilir.
Durumun ciddiyetini ve yuhannes derecedeki abartısını açıklamak için arkadaşlarımla zamanında yaptığım şöyle bir muhabbeti ibret olsun diye yazmak isterim. 

X: Ben kilisede düz fön yapıcam. Akşam topuz sanırım.
Y: Evet ben de öyle düşünüyorum.
Ben: Oha bi dakka akşama ayrı saç mı yaptırıcaksınız?
Y: E heralde akşamki saçı sabah yaptırırsam kilisede çok abartı olur. Bi de bozulur yani akşama saç kalmaz.
Ben: E nasıl gideceksiniz ki?
X: Evet o taraflarda bir kuaför bulmak lazım. Ben birkaç kişiye sorucam bildikleri iyi bir yer var mı diye.
Y: Önceden yaptırırım ben bir denemek için. Nasıl bir yer görmüş oluruz.
Ben:…Ben sabahtan yaptırıcam sanırım ya. İki kez kuaföre gidemem…
X: Ben akşamki makyajımı da o kuaföre yaptırırım o zaman.
Ben:….

Buradan çıkarılacak ders? Düğün is a serious business bro. Öyle elini kolunu sallaya sallaya düğüne gidemezsin. Beleşe eğlenmek yok. Kesenin ağzını açacan. Paraları iyice bir saçacan.


3) Yurtdışı düğünleri

Yurtdışı düğünlerinden kasıtım aslında Avrupa ve Amerika'daki hristiyan, more specifically Armenian, düğünleri olarak sınırlı. 
Türkiye'de gösterilen çabanın ve harcanan paranın 8'de 1'i bu düğünlerde yok!
Kiliseye giyindiğin elbiseyi pekala akşam da giyebilirsin. Saçını evde kendin yapabilirsin. Makyajını tabi ki zaten sen yaparsın. Bir profesyönele makyaj yaptırmak için kraliyet soyundan falan olman gerekebilir. 
Kimse kimsenin ne giyindiğiyle ilgilenmez. Herkes evlenen çift için mutlu olmakla ve eğlenmekle ilgilenir. Genelde kadınların elbiseleri oldukça vasat olur ama bunu bir tek bizim gibi Türkiye'den giden aileler farkederler ve kınarlar. Onun dışında kimsenin taktığı da olmaz. 
Çünkü onlar komplekssiz memleketler. Kompleksi de geçtim, bizim elbiseye-saça-makyaja harcadığımız parayı duysalar küçük dillerini bir daha bulamayacak şekilde yutarlar heralde. Ermeni düğünlerinde hadi yine bir nebze daha faza kasma görebilirsiniz ama o da minimum boyutta olur.

Bizdeki şıklık yarışına karşılık yurtdışındaki sadeliği düşününce ister istemez ikiye bölünüyorum.
Bir taraftan bizdeki abartı çok yüzeysel geliyor ve düğüne yapılan hazırlık neredeyse düğüne gitmekten daha önemli hale geliyor. Bu da çok saçma. 
Ama öteki yandan da düşününce, bizim de alışık olduğumuz düğün mantalitesi bu. Bir nevi evliliğe gösterilen saygı gibi. Ben de, ne yalan söyleyeyim, yurtdışındaki veya buradaki ortalama Türk düğünlerinde 'Abi biraz daha özen gösterebilirdin yani.. Herhangi bir akşam giyebileceğin kıyafetle gelinmez yani!' diye düşünürken buluyorum kendimi. Buna cevap 'sana ne ulan' olabilir pekala. Ki aslında bence cevap tam olarak da bu olmalıdır. Ama işte gelenekler kanımıza işlemiş. Paspal istesek de olamıyoruz. İstesek de istemesek de çaba gösteriyoruz ve sonra da 'ya acaba bu da çok mu şık oldu' diye karaları bağlıyoruz.


Bütün bu patırtının yanı sıra bir de şimdi inanılmaz moda olan kına-shower-nişan falan, filan ve hatta felan var. 
Kına aslında müslüman geleneği ama hristiyanlar ve museviler de yapar oldu ve bu benim kafamda soru işaretlerinden bir kakafoni yaratıyor. 
Shower??? Really?? Kendimizi American Reality Show yıldızları falan zannediyoruz sanırım. 

Şey gibi biraz:
Eveeet biz evleniyoruz!
Hı hı birkaç aya evlenicezzz!
Çok az kaldı, EVLENİYORUZ!
Neredeyse evlendik!
Ha evlendik, ha evleniyoruzzz!

Evlenin de biz de siz de derin ve rahat bir nefes alalım be kardeşim!


Düğün zor iş kardeş. Evlenmek ayrı bir dert, düğüne gitmek ise bambaşka bir dert. 

Allah herkese gani gani versin cicişler!




4 Ocak 2015 Pazar

Duty Free HELL YEAH

Uzun zamandır yazmıyordum ve bloga geri dönüş yazımı TANRIM ARTIK TATİLE GİDELİM özlemlerindeyken yazma kararı aldım. Thus, the subject.

Buradan uçakla seyahat etmiş herkese seslenmek istiyorum.
Havaalanlarının aşırı acayip olduğunu düşünmeyen yok, değil mi?

Uçakla seyahat etmek demek,

1) Havaalanına en az 1 saat önce varmış olmak demek
2) Binlerce kez radyasyona direkt maruz kalmak ve sürekli olarak bir güvenlikten diğerine geçiş yapmak demek
3) Gate değişecek mi diye günlük hayatta nefret edilen anonsları ilgi ve alakayla dinlemek demek
4) Tuvalete gidilecek saatleri iyi hesaplamak demek
5) Önce check in, sonra bir şeyler yeriz içeriz, pasaporttan önce de bir sigaraya çıkarız demek
6) Floresan ışıklar altında bir süre orada, burada ve hadi gel biraz da şurada oturmak demek
7) Duty free varsa, lüzumsuz her türlü şeyi almaya çalışmak demek
8) Eğer aktarma olacaksa, ilk uçağın rötar yapmaması için ateistlerin bile 1 günlüğüne inançlı kişilere dönüşmesi demek
9) En okumaz etmez adamın bile çantasına bir kitap atması demek
10) Her şekilde oranın buranın şişeceği ve ödem dolu bir 24 saatin seni bekliyor olması demek
11) Gerektiğinde fazla para vermemek adına elalemin içinde don külot havalara fırlatarak bavuldan bavula aktarma yapabilmek demek
12) Orta koltuğu kati suretle istememek, daima koridor veya cam kenarı için savaş vermek demek
13) Havaalanına giden yolları önceden planlamak, Havaş'ın müşteri hizmetlerini taciz etmek veya taksi durağını darlamak demek

Ve eminim başka eklenecekler de vardır.

Netice itibariyle, uçak seyahati ve havaalanı yaşantısı oldukça sürreal, abuk subuk bir ortamdır. Normalde yapmayacağı şeyleri yaptırır insana.
Herkesin eminim kendine göre bir seyahat etme tarzı vardır. Birisi önce check-in yapar sonra yemek yer. Beriki pasaporttan sonra yemek yeme taraftarıdır. Bazısı da hemen gidip gatete yer tutmak için depar atmayı tercih eder. Ama havaalanlarında herkesin kesinlikle istisnasız yaptığı tek bir şey vardır: Duty Free'ye gitmek. Ciddi bir sosyolojik araştırma için müthiş bir platform oluşturan Duty Freeler, kanımca insanların en dramatik kişilik değişimlerine uğradığı mekanlardır.
Her türlü istenen şeyin bulunabileceği sen-Allahın-bir-lütfusun Duty Freeler, geniş kitlelere hitap etmekle birlikte, 3 adet üründe rekor oranda fazla satış yaparlar: alkol, parfüm ve sigara.
Gel gelelim bunların alınma şeklindeki abartıya...

Mesela normalde 3 tane bira alırken bile "öff pahalı oldu", "kim taşıyacak ya şimdi bunları" falan diye mızmızlanan şahıslar, Duty Free gördüklerinde şişelerce cini, martiniyi, viskiyi hunharca sepete atarken görülebilirler. Sor bakalım onlara, "hacı bunların hepsini nasıl taşıyacaksın?", "yalnız bunlar da beleş değil hani, paran yetiyor di mi?", "sen viski seviyor musun ki?" Bu soruların hiç birinin önemi yoktur o anda. İnsanın gözü döner Duty Free'de. Alkol sevmeyen adam alkolik gibi düşünmeye başlar; cimri olan havaya dolarlar fırlatırken görülür; en narin en çıtkırıldım kızlar birer ağır siklet halterciye dönüşür.

Parfüm olayı da çok enteresandır. İnsanların Duty Free'ye girmelerinin ana sebeplerinden biridir parfümler. Aslında fiyatları da o kadar farklı değildir normalde satıldıkları fiyattan. Ama ve fakat, parfüm Duty Free'den alınır. Bu yazılı olmayan bir kural gibidir. İlk kez uçağa binecek adam bile sanki yıllardır havaalanlarının müdavimiymiş gibi gider bir parfüm almaya kalkar. Sınırlı vakti olan yolculardan bazıları Duty Free'de çok vakit kaybetmemek için önceki günlerde Sevil'e gidip beğendikleri parfümleri listesini bile yaparlar. İnsanlar çıldırır anlayacağınız. Şehirdeki ter kokusunun, deodoranttan nasip alamamış kitlenin tersine, Duty Free parfüm reyonları burun kıllarını eritecek kadar fazla güzel kokuyla dolup daşar. Testerlar üstlere boca edilir, herkes kesenin ağzını açar ve en az 3 şişe parfümle oradan ayrılmayana "cık cık cık, böyle fakirlerin burada olması bile ayıp" bakışları atılır.

Sigara... Aslında bu alışverişlerin arasında cidden en çok 'ihtiyaç' diyebileceğimiz eleman budur. Nikotinin envai çeşidinin bulunduğu Duty Freeler'in bu kısmında bir sürü değişik kesimi bir arada görebilirsiniz. Mesela alkol kısmında turistler ve beyaz Türklere rastlarken, sigara bölümünde amca, yenge, baba, ergen, hanımefendi, mösyö, öğrenci, iş kadını, yaşlı, genç… Yok yoktur. Bir de havalı cigar bölümleri vardır. Normalde gayet Camel, Winston falan içen tipler gidip biraz da nikotin reyonlarının havalı çocuklarına bakmak ister. Çünkü onların teşhir alanları daima daha çekicidir. Elalem cigar alsın, vanilyalı, kakaolu, falanlı filanlı aromalarla yuvarlak halkalar çıkarsın diye büyük uğraşlar verilir.
Yurtdışında okuyan öğrencilerin de en uğrak Duty Free bölümlerinden biridir sigara reyonu. Malum gavur memleketlerde döviz ile sigara almak ananın babanın verdiği dolarlara eurolara tecavüz etmekle eşdeğer olduğundan, öğrenciler sömestırlık sigaralarının bir bölümünü ucuz yoldan elde etme çabasına girer. Ders çalışırken rahatça tüttürebilen üniversiteli gençler 'en az 1 karton' kuralıyla Duty Free maceralarını sonlandırırlar.

İşte sayın okur. O kadar çok tatile gitmek istiyorum ki kafayı yedim ve oturup havaalanı temalı yurtdışı seyahatlerinin fantazilerini yapmaya başladım.

Bir sonraki Duty Free maceranızda beni hatırlayınız ve kendinizi asla kontrol etmeden alışveriş yapınız!

-Kapitalizm?
-Indeed.