19 Ocak 2015 Pazartesi

Hrant

Ben Hrant'ın öldürüldüğü günü çok net hatırlıyorum.
O günün tümünü değil ama, o haberi aldığım anı.
Nişantaşı'ndaydım. Portfolyomu hazırlamak için gittiğim Deniz Abla ve Dara Abi (nur içinde yat)'nin atölyesindeydim. Çok sevdiğim bir arkadaşım aradı (Seren).

"Hrant'ı vurmuşlar!"

Bazen böyle bloke olur ve duyamazsın ya. "Ne?" deyiverirsin sadece.

"Ne?"
"Hrant'ı vurmuşlar. Agos'un önünde. Hrant Dink'i vurmuşlar."

O esnada herkes şen şakrak geyik yapmakla meşguldü atölyenin içinde. Etrafta kağıtlarımız ve boyalarımız vardı. Bir kısmımız sigara odasındaydı. Bir kısmımız sohbet ediyordu. Dara Abi belki birilerinin çizimine yardım ediyordu. Deniz Abla da birkaç kişiyle portfolyosu ve başvuracağı okullar hakkında konuşuyordu.

Oturdum. Bir sandalyeye çöktüm daha doğrusu.

"Ne?!"

Birkaç kişi başıma toplandı. Bağırmıştım sanırım, tam hatırlamıyorum.

"Nasıl ya, nasıl vurulmuş?"

Sonrasını hatırlamıyorum. Sonrası çok garipti. Annem aradı, anneannem aradı. Eve nasıl döneceğimi konuştuk. Anneannem çok panikti. Ona evden çıkmamasını söyledim. Böyle bir soru işaretine dönüşür ya bazen bütün benliğin... Tam olarak öyleydim.

...

Bugün 8. yıl. 8 koskoca yıl oldu. Hak ve hukuk nerede, hala bilinmiyor.
Bilinmiyor mu? Gerçekten artık sıkılmadık mı? Çok manasız değil mi hala bütün bunlar?
Bir sürü insan yürüdü bugün Agos'a. Bir sürü insanın yürüdüğünü bilmek için gazeteleri okumamıza gerek yok, biliyoruz yürüyeceklerini.

"19 Ocak'ta ne olmuştu?"

Ha Ahparig, ne olmuştu?

Ah be Ahparig, seni arkandan vurmuşlardı 19 Ocak'ta.
Biz de hala ölünün arkasından yürüyoruz. Yürüyoruz yürümesine de, her seferinde ayağımız senin ölü yatan bedenine takılıyor. Bir türlü kalkmadın sen o kaldırımdan. Bir türlü kaldıramadılar seni oradan.
Daha da kaldıramayacaklar, belli...

Ama durun.
Neler oldu biliyor musunuz?
Ahparig, sen neyi başardın biliyor musun?

Konuşuyoruz artık. Hiç olmazsa konuşuyoruz.
Ne kadar üzücü değil mi? Koskoca yüz yıl geçmiş ve bizim gelebildiğimiz nokta bu: artık evlerde fısıldayarak değil de, sokakta bağırarak konuşuyoruz.
Ama bu konuşma çok sıkmadı mı hepimizi? Konuş konuş nereye kadar? Uzlaşma olmayacak mı? Biz böyle daha sittin sene konuşacak mıyız?

Bence öyle.
Çünkü mantalite aynı. Ne kadar insan yürürse yürüsün, o mantalite hala aynı.

Barışçıl değil asla. Suçlayıcı.
Anlayışlı değil. Reddedici. Aşağılayıcı.
Eğitimli değil. Cahil, korkak ve yine, suçlayıcı.

"Ben inanmıyorum." Bunu kaç kişiden duydum kim bilir.
Bu Allah değil ki inanmayasın. Yaşanmış geçmiş, kanıtlarıyla var olan ve yine o kanıtların yok edilmesiyle karartılan geçmiş soyut bir kavram değil ki.
"Olmamıştır."
Peki. Delili olan şey nasıl olmamıştır? Benim ailem dahil, birçok tanıdığım Ermeni ailenin bire bir tanık olduğu şey nasıl olmamıştır?

Tekrar 19 Ocak'a dönelim.
Bir adam öldü. Bir adam öldürüldü.
Hikayeyi açalım.
Bir Ermeni asıllı Türk adam öldürüldü.
Bildiklerini söylemekten çekinmeyen bir Ermeni asıllı Türk vatandaşı öldürüldü.
Bir gazeteci öldürüldü.

E nooldu?
Hiçbir şey. Ve ona paralel olarak da çok şey.
Katil bulundu, adı manşet manşet yazdı. Yakalanmadı. Suçlular tek tek sayıldı, devlet kafasını öte yana çevirdi, bakmadı, görmek istemedi. Daha da kötüsü, baktı ve hiçbir şey yapmadı.

Bir yandan da çok şey oldu. Konuşuldu. İnsanlar konuşmaya başladı.
"Biz de burdayız. Biz de varız ve biz de sizinleyiz" denildi.
"Yalnız değilsiniz" denildi. Özür dilendi.
O özür, evet belki çok küçük bir topluluktan yükselen cılız bir ses gibi kaldı, ama Ermeniler için bin çığlığa bedel oldu.

Yeter mi? Hayır.
Hrant'ın kanı hala yerde mi? Evet.

Sıkılmadınız mı?
Gerçekten hala sıkılmadınız mı?


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder