17 Mart 2014 Pazartesi

Eskiden Cool Sandığımız Şeyler

Bir zamanlar hayatımızda çok efsane olan, veya acayip özendiğimiz, mutlaka edinmek istediğimiz şeyler vardı. Bir de bunların yanı sıra, popülerleriği simgeleyen davranış biçimleri ve aktiviteler de mevcuttu.
Geçenlerde dolmuşta arka sıraya oturup şişman bir adam tarafından ezilme tehlikesi yaşayınca 'Hay ağzına sıçayım arkada oturmanın. Ne güzel mis gibi ön koltuğa geçecektim' diye düşünmeye başladım. Bu bir anda düşünce snowballuna dönüştü ve eskiden arka koltukta oturmanın ne kadar sükse yaratan bir şey olduğu aklıma geldi. Velhasıl, yaş sırası küçükten büyüğe göre zamanında cool olan şeylerden bazıları (listede benim jenerasyonumdan olmayanlar için alakasız gelecek şeyler olabilir ama that's just life man):

1) MonAmi boya kalemleri
Bunları hatırlıyorsunuz eminim. Ve bazılarınızın suratında bir gülümseme bile oluşmuş olabilir. MonAmi bende bu etkiyi yaratıyor nedense. Ama ben sanat okuluna gittim tabi ondan mühendislik okuyan bir arkadaşa MonAmi, 'yeah it's more like TonAmi' gibi gelebilir. Ancak hepimiz zorunlu resim derslerinden geçtik ve pastel boyalarla gökyüzü, güneş ve geometrik evler çizdik. Resim çantalarımız vardı. Onları açıp da içinden MonAmi kutularımızı çıkarınca gururla dolardık. Çünkü bizim için en iyisi MonAmi'ydi. Annelerimiz pastel boya alacaklarında illa MonAmi isterdik. Sanki pastel boya sanatın aşırı ilerlemiş bir boyutuymuş ve bütün boya markalarını biliyormuşuz gibi davranırdık o zaman. Evet. Çünkü 8-9 yaşındaydık ve yaptığımız en iyi şey okumayı sökmekle, çarpım tablosunu ezberlemekti. Hayattaki başarılarımız bunlardı ve MonAmi de bizim kahramanımızdı.

2) Faber Castell kırtasiye malzemeleri
Bu eskiden zenginliği temsil eden bir şeydi. Silgin Faber Castell'se, büyük ihtimalle zengin bir ailen ve Türk sarışını, ev hanımı, süslü bir annen vardı. Çok önemli bir şeydi bu. Faber Castell kalemler, hele hele o uçlu kalemler... Amanınnnnnnn! İnsan kendini bir ayakkabı kutusuna düşmüş gibi zengin hissederdi Faber Castell'le. Sonra onların da oğlu gitti bir Türk hanımkızımızla evlendi. Belki de kızın böyle bir çocukluk travması vardı ve 'Bütün Faber Castell silgiler benim olacak AMK!!!' diye hırs yapmıştı ezelden beri... Belki de sadece zengin koca arıyordu ve buldu. Bilemeyiz.

3) Bianchi bisiklet
Bunun olayını hatırlamıyorum ama Bianchi bisiklet istediğimi hatırlıyorum.
Biz ada çocuğuyuz. Adada bisiklete binmeyi bilmemek ve küçükken yüzme dersine yazdırılmamak eziklik göstergesidir. Ayıplanır böyle şeyler. 'Yazık bunun anası babası hiç ilgilenmemiş bunla' denilir.
Her neyse, Bianchi furyası vardı bir ara. Halbuki gazete kuponuyla da alınan boktan bir şeymiş meğerse. Vites olayı çok meşhurdu. Ne kadar çok vitesi varsa o kadar havalıydı senin bisikletin. Hele bir de Bianchi'yse o bisiklet, böyle gövdesinde dana gibi Bianchi yazıyorsa, işte o zaman eller havayaydı.

4) Sticker defteri
Sanırım hayatımda yaptığım en gerizekalı yatırım buydu. Çok iyi hatırlıyorum, ne bokuma yarıyor bu kadar iyi hatırlamak orası tartışılır, 5. sınıftayken eroin bağımlısı gibi sticker bağımlısı olmuştum. Sticker yapıştırmak için boş sticker defterleri alır, sonra da gidip onları doldurmak için değişik stickerlar alırdık. STICKER TAKASI DİYE BİR ŞEY VARDI BABOLİLER!
Tamamen zarar ziyan. Tamamen tüketim. Hem de boş yani. Hayata zerre kadar katkısı olmayan çok ama çok kapitalist bir aktiviteydi bu. Hatta bunun üzerine sosyoloji tezi yazılmalı kanımca. Kimse de bize çıkıp, 'Çocuklar sizin kafatasınızda beyin yerine pamuk şeker mi var?' demedi. Biz de embesil gibi sticker toplayıp durduk. Teyteyyyy

5) Serviste arkaya oturmak
Tanrım bu hayatımın en büyük dönüm noktalarından biri olabilir. Arka koltuğa erişebilmek!
Çocuklar aptal olur ya. Harbiden de öyle. Arka koltuğa oturmak için can attığım günler vardı benim?! Hayattaki amacım buydu falan yani. Beynimin kıvrımları tam gelişememişti heralde diyeceğim ama, bütün jenerasyon böyleydik biz. Toptan aptal. At çöpe gitsin.
THE HOLY ARKA KOLTUK! Daha ötesi yoktu. Niye acaba? Yani bir Allahın kulu da çıkıp demedi ki, 'Hacı biz niye önde bir yerde oturmuyoruz? O da koltuk bu da koltuk.' Yok babam illa en arka. Herkesi göreceksin illa. Herkes sana dönüp bakacak. Ve sen bir basamak üstte oturuyor olacaksın çünkü servislerin en arka koltuğu hep öyledir. Belki de sinsi sinsi küçüklerin, 'I look up to you' cümlesini fiziksel olarak da gerçekleştirmelerini istiyorduk. Belki de bu konuda fazla kafa patlattım ve kafam cidden patladı.

6) Çantaya rozet takmak
Bu da sticker gibi bir şeydi aslında. Sticker defteri yerine sırt çantalarımız vardı. Ama en azından çantalarımız bir işe yarıyordu. Anlamlı sözler içeren veya sadece komik olan rozetler takıyorduk oraya buraya. Kızlar eteklerine de takıyordu bunları. Kim moda yaptı Allah bilir. Çocuk kafamızla her gördüğümüze atladığımız için, bu rozet işine de öyle balıklama atlamıştık. Bir de tarz diye bir şey de yok o yaşlarda. Kim ne yapsa beğeniyorsun avanak gibi. Benim de birkaç tane vardı, hatta lisede kullandığım sırt çantamda da hala bir tane duruyor anlamsızca.

7) Timberland, Buffalo gibi botlar
Ben Amerika'da okuduğumda anlamıştım bunun başından beri ne büyük mallık olduğunu. Timberland bot dediğin şey, Amerika'da ghettoların giydiği bir bot modeli. Baya amelelerin falan ayağındaki ayakkabılar bunlar. Timberland markasını kötülemek için demiyorum bu arada. Ama okuyan gençlik arasında bir ikona dönüşmesi... İşte bu çok acı bir süreçti. Ha bir de Timberland'in dilini dışarı çıkarmak vardı. ?!?!?!?!!? NİYE? Bunun çok cool ve estetik olduğunu düşünürdük o zamanlar. Acaba küçükken bize bir şey mi içiriyorlardı? Abuk subuk herşeyi cool sanıyorduk.
Buffalo'dan bahsetmeyeceğim bile çünkü dünyadaki en çirkin bot. Daha kaba, daha saçma bir bot olamaz! Bir de şöyle bir tartışma konusu vardı: Bu Buffalo çakması mı değil mi? Lan Buffalo'nun çakmasını yapsan nooluuuur, yapmasan noolur? Ona çakan çakmış zaten.

8) Sırt çantasının saplarını gevşetip, çantayı kıçına çarptıra çarptıra sırtında taşımak
İşte en gariplerden biri. Gerizekalının teki, büyük ihtimalle götten bacaktı, çıkmış bu sapları gevşetmiş ve bunun cool olduğunu iddia etmiş. Biz diğer gerizekalılar da gidip bunu taklit etmişiz. Hatırlıyorum, Eastpak çantamı aldığım gibi ilk saplarını gevşetmiştim. Sanki vatani görev. Teyallahım. Halbuki ne saçma. Hiç rahat bir biçim de değil. Niye böyle bir şey yaparsın ki? Ama işte öğrencisin ve malsın. Şimdi de sırt çantam var, hem de Eastpak değil for a change, ve sapları gayet sımsıkı, olması gerektiği gibi. Artık omuzlarım acımadan takıyorum sırt çantamı. Yaşasın büyümek!

9) Write-uplar!
Yıllıklarını okuyanlarınız var mı? Ben valla liseden mezun olduktan sonra sadece bir kez açtım ve okudum. Ay ne kadar yapmacığız, Tanrım ne kadar dramatiğiz. Kendim için de geçerli bu. Ay herkese karşı bir sevgi pıtırcığı! Evet mezun olduk nooldu? Hiiç! Oysa ki o write-uplara kalsa, hepimiz arkadaşlığın sırrını çözmüştük ve elele türküler söylüyorduk. Ne kadar çabalamıştık o write-uplar için... 'Sen falancaya ne yazdın? Benden yazmamı istedi. Benim 13 tane oldu. Sen kaç kişiye yazdın?' Ve bıdı ve bıdı ve hatta tekrar bıdı. WHO CARES? demek istiyorum. O zaman write-up yazdırmayanları kınamıştık. Şimdi bakıyorum da evet gayet de mantıklı. Bakan mı var ki o yıllıklara? Yazsan noolur yazmasan noolur... Ama işte o zamanın büyük modasıydı ve yapıldı ve hep beraber evlere dağıldık.


Eveeet.... Küçük nostalji turumuzun sonuna geldik. İnerken basamağa dikkat edin efenim...

16 Mart 2014 Pazar

Ebeveyn Facebook'u

WARNING: Bu entryde yazanlar her ebeveyn için geçerli değildir. Ama istisnalar kaideyi bozmaz. Alınganlık yapacaksanız lütfen okumayınız!

That said...

Abilerim ablalarım.
Annelerim babalarım.
Aşırı tehlikeli bir dünyaya hoşgeldiniz!
Likeların havalarda uçuştuğu, commentlerin sonuna imza mahiyetinde isimlerin yazıldığı, dıdımın dıdısının profilelarının binlerce kez incelendiği, isimlerin ezberlendiği, dedikodunun tavan yaptığı, bağımlılığın hat safada olduğu bir dünya bu: EBEVEYN FACEBOOK'U!

Kanımca, herkes istediği şeyi yapmakta özgürdür. Ama buna bir adet sınırlama vardır: başkasının özgürlüğüne müdahele etmediği sürece.
Sosyal medya ortaya çıkıp gençlerin tekelinde uzun süre kaldıktan sonra, anne babalar bir anda bu dünyaya balıklama dalmaya karar verdiler. Hepsi birer Kristof Kolomb'du. Amerika'yı keşfetmişlerdi ama Hint adalarına geldiklerini sanıyorlardı. Comment yapıyorlardı ama mektup yazarmışçasına... Her yazdıklarının altına 'sevgiler, Ayşe' tarzı imzalar atıyorlardı. Comment yapan kişinin zaten default olarak yanda belirdiğini anlamıyorlardı. Resim koyuyorlardı ama flu, kötü kalitede ve anlamsız resimler. Herşeyi like ediyorlardı. Ama HERŞEYİ. Özellikle de kendi evlatlarını. Kendi kızlarının/oğullarının fotoğraflarının altına 'Aman Tanrım bu ne güzellik' veya 'Yakışıklı oğlum benim ;)' yazan acayip bir tür ortaya çıkmıştı. Sanki evde görüşmüyorlarmışçasına, sosyal medyadan kendi doğurdukları varlığı öven anormal insanlar vardı artık hayatımızda.

Ve bu, Facebook'un çöküşü oldu.

Facebook anne babalar tarafından istila edilince gençler oraya buraya kaçıştı. Annesi abuk subuk şeyler yazıp da kendisini rezil etmesin diye wallunu kapatanlar, fotoğraf yüklemeye son verenler, hatta Facebook'unu silenler bile oldu. Ve haklıydılar. Çünkü Facebook onların ebeveynlerden gizli özel hayatlarıydı.
Özel diyorum çünkü nesil farkından doğan müdahele yoktu Facebook'ta. Yani ebeveyn istilasından önce yoktu. Facebook adeta EÖ (ebeveynlerden önceki) ve ES (ebeveynlerden sonraki) diye ikiye bölündü.

EÖ dönemde arkadaşlarıyla sarmaş dolaş fotoğraflar koyanlar, ES dönemde bu fotoğrafları silmeye başladılar. Çünkü altlarına annelerinden veya falanca teyzelerden, 'Ahmet bu kim?', 'Aaa Zeynepcim bu erkek arkadaşın mı ;)', 'Çocuklar ne güzel eğleniyorsunuz. Helal olsun size!' gibi saçma sapan commentler yağmaya başladı. Çaresizlik zamanıydı. Suratlar asıktı.

Türkiye gibi sigara içme oranın başını alıp gittiği bir ülkede, anne-baba görmesin, teyze-amca 'aaaa o elindeki ne öyle?!!' tarzı şeyler yazmasın diye herkes fotoğraflarda Yeşilaycı takılmaya başladı. Arkadaşlarla yemek yerken sıra fotoğraf çekilmeye gelince millet panik içinde masadaki sigaraları küllükleri oraya buraya fırlatmaya ve masayı tütün mamülleri free bir hale getirmeye başladı. Dikkat ederseniz fotoğraflarda, özellikle hanımkızlarımız (ki bunu benim de yapmışlığım var), poz verirken bazen bir kollarını arkalarına alırlar. Bu birazdan halaya geçecekleri için değildir, o eldeki sigarayı saklamak içindir. Ne berbat değil mi?

Gidilen düğünlerde çekilen fotoğrafların altına 'ayy güzelim benim darısı başına en güzeli de senin olsun inşallah...', 'Harikasın! Seni kaparlar hemen güzellik!', 'Oooo kızların gönlünü hoplatıyorsun yakışıklı oğlan' gibi, ancak belki ev misafirliğinde söylenmesi caiz cümleler yazılmaya başlandı. Yüzyüze bile söylenince tansiyon düşüklüğü, mide bulantısı ve orta kulak iltihabına sebep olan bu laflar, ulu orta herkesin görebileceği bir mecrada, Facebook'ta söylenmeye başladı.Anlayacağınız, Facebook'ta yaşam zorlaştı.

Ha burada şöyle bir cevap geliyor hep: Sen de o zaman fotoğrafı koyma ama! Koyuyorsan yorum yapma hakkımız da var. Nerede bu demokrasi?
Buna cevabım şöyle:
1) Demokrasiyi bu ülkede kim bulmuş ki siz kaybettiniz?
2) Biz gelip de sizin kek-çörek günlerinize musallat olmuyorsak, siz de bizim Facebookumuzu rahat bırakın!
3) İlla bir şey mi yazmak istiyorsun? Yazı yazmazsan felç kalacak gibi mi hissediyorsun? O zaman inboxtan yaz. Özel mesaj at yani. Ben de sana 'Çok teşekkür ederim!=)' diye cevap vereyim. Sen sağ ben selamet.

Velhasıl, cancağızlarım, Facebook'un boku çıktı.
Sonra Gezi olayları oldu. Sosyal medyanın %90'ı önemli bilgi kaynağı taşır hale geldi ve böylece gençler de tekrardan doluştular Facebook'a. Bu süre zarfında Facebook gibi mecraları gençler kadar hızlı kullanamayan anneler, babalar (hepsi değil tabi ama çoğunluğu böyle), biraz geri çekildiler. Çünkü onlar da bilgi almak için gazete ve TV olayına geri döndüler. Bir süreliğine sosyal medyanın aktif kullanıcıları yine gençler oldular. Ama sonra yavaş yavaş büyükler geri döndüler. Ve full force!

Şimdi yine ES dönemi gibi herşey.
Facebook, RIP. Amin...



11 Mart 2014 Salı

İçin acısın, için

Bir gün de uyanalım
mesela yarın
mesela yarın uyanalım ve değişsin
Aaa masalmış, rüyaymış,
geçti geçti'ymiş diyelim

Çok zor değil yahu iyi kalpli olmak.
Birazcık vicdanlı olmak
bir özür dilemek
bir yardım eli uzatmak
emir vermemek
güzelce söylemek
salim kafayla düşünmek
iki kere düşünüp bir kere
söylemek.
Emretmek değil ama
söylemek.
doğruyu söylemek.

Ne güzel olur değil mi
bir gün de uyansak
yarın mesela
Uyansak
ve bunlar olmamış olsa...

Uyan güzel ülke uyan
En güzel topraklara sahipsin
istesen her yer
yeşil olur
mavi olur
sevgi olur, saygı bile olur.
İstesen
Olur.
İnsanına sahip çıksan,
ötelemeden,
sövmeden,
saygıda kusur etmeden,
ÖLDÜRMEDEN.
sen bunları yapabilsen
bak daha neler neler olur!

Öldürmek çok zalimce
Yok etmek
Ama ne kadarını sileceksin?
Herkesi mi?
Hepsini mi?

YAPAMAZSIN
hepimizin ahı kalır.
Yapamazsın.

Küçücük çocuğun ahı kalır.

Ama masal da değil rüya da değil
Hergün
bu gerçeğe uyanıyoruz.
BAZIlarımız da uyanamıyoruz.
DirenKardeş.
Sen de diren
Beriki de
Öteki de.
Ama bu direniş bitmez mi?
Ne zaman hak yolunu bulur?
Hak var mıdır ki
yolunu bulsun?

İçim sıkılıyor benim.
İçimiz yoruldu bizim.
İnancımız yok oldu.
Güvenimiz yok oldu.
Sevincimiz yok oldu.
Umudumuz yok oldu.

Sen yaptın bunu.

Otur övün şimdi.
Bir halkı hiçe saydım diye
övün 
nasıl olsa
övünmesini bizden öğrenecek değilsin.